"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

16 Kasım 2010 Salı

Dünyadan İnsan Manzaraları: Simon Kuper - Futbol Hiçbir Şeyi Anlatmaz

*** Bu makale Simon Kuper tarafından Foreign Policy dergisinin 21.07.2010 tarihli sayısı için yazılmışdır. ***


Tarihi dersler için Dünya Kupası’na bakmayı bırakın. Bu sadece bir oyun ve bana sorarsanız benim için bu yeterlidir.

Dünya Kupası oynanırken Johannesburg’de bir gece, bir İngiliz arkadaşımla Güney Afrika birası içip oynanacak olan İngiltere – Almanya maçı hakkında konuşuyorduk. Arkadaşım çok fazla gezmiş, bilgin bir siyaset yazarı ve İran’da gerçekleşebilecek bir savaşın kazanma olasılıklarını konuşmaktan çok zevk duyar. Önce İngiltere milli takımı hakkında ironik bir kaç yorumda bulundu. Fakat hemen sonra  yerinde duramadı ve kollarını iki yana açarak İngiliz Hava Kuvvetleri’nin II. Dünya Savaşı’nda uçan bir uçağını taklit etmeye başladı. O Almanya’ya karşı oynanacak bir maça hazırlanan bir İngiliz taraftarıydı ve bütün İngilizler bu şekilde maça hazırlanıyorlardı.

2010 Dünya Kupası’nın en çok politik mesajlar içeren maçı hiç şüphesiz İngiltere – Almanya maçı idi. İngiliz taraftarların en önemsediği karşılaşma olmakla beraber, maçtan önce bir çok yayın organı karşılaşmayı bir savaş olarak nitelendirdi. Gerçeği söylemek gerekirse, bir çok İngiliz taraftarı turnuvaya İkinci Dünya Savaşı’nı tekrardan yaşıyormuş gibi yaklaştı.  İngiltere – Cezayir maçından bile önce, Sun gazetesinin manşetinde “Onların en önemli saati (ve yarısı)” sözlerini kullanarak Winston Churchill’i hatırlatmış oldu.

Bütün bu konuşulanlar benim gibi siyaset yazarı özentisi olan yorumcular için ilgi çekiciydi. Fakat bu tür konuşmalara kanmamamız lazım. Dünya’da ki bir çok futbol karşılaşmalarında olduğu gibi, İngiltere – Almanya karşılaşmasında da eski rekabetten eser yoktu. Nefes kesen bir turnuvadan sonra ülkeme döndüğümde, artık Dünya Kupası’nın eski politik anlamını kaybettiği hüzünlü gerçeğiyle karşılaştım. Franklin Foer’in meşhut kitabını ele alırsak: Futbol artık eskisi gibi dünyayı anlatmıyor. Turnuvaya ev sahipliği yapan Güney Afrika ve kupayı kazanan İspanya hakkında bir kaç politik mesajlar görülse de, bu turnuva dünyadaki bir çok ülkenin birbirine benzemeye başladığının bir göstergesiydi.

Bu gerçekten büyük bir değişim, çünkü tarih boyunca Dünya Kupası politik mesajlar içeren bir festival olmuştur. Tunuva 1930 senesinde, faşizmin yeni yayılmaya başladığı bir dönemde başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında uzun süren bir aradan sonra milliyetçilik ile dolu bir dönemde devam etmeye başladı. Savaş sonrasında Avrupa ülkelerinin Almanya’ya karşı hissettikleri düşmanlık yeşil sahalarda açık bir şekilde gözlemlenebilirdi.  Bu sırada Güney Amerika ülkeleri faşizm ve aşırı milliyetçilik kavramları ile boğuşuyordu. 1970’lerde Afrika ülkeleri turnuvaya katılınca, bu ülkelerin hükümetleri de futbolu milliyetçi mesajlar verme amaçlı kullanmaya başladı.

Bu devirlerde ortaya çıkan politik mesajlar Dünya Kupası’na, Dünya Kupası da politikaya renk katardı. 1969 senesinde El Salvador ve Honduras büyük tartışmalara yol açan 3 eleme maçı oynadıktan sonra, iki ülke arasında “Futbol Savaşı” başlatıldı. Bir çok Avrupa ülkesi için turnuvanın en önemli karşılaşmaları her zaman Batı Almanya’ya karşı oynanan maçlardı. 1974 senesinde Hollandalılar’ın Almanlar’a karşı aldıkları mağlubiyet hiç şüphesiz ülkenin en büyük spor travmalarından biridir. Maçta Hollanda orta saha oyuncusu Wim van Hanegem, savaş sırasında babasını, 10 yaşındaki kardeşini ve altı ayrı aile ferdini köyünün bombalanmasından dolayı kaybetmişti. Benzer bir şekilde İngiliz futbolunun gayri resmi marşı olan Three Lions (Üç Aslan), Almanya’ya karşı alınan mağlubiyetlerden bahseder.

Eski dönemlerde oynanan Dünya Kupaları bir çok benzer kin dolu hisler içerirdi. Aşırı milliyetçiliğin en çok ürettiği düşünce herhangi bir mağlubiyet alındığında, karşı tarafın hile yaptığı üzerineydi. 1966 senesinde Arjantin’e karşı alınan bir mağlubiyet sonrasında, İngiliz milli takımının teknik direktörü Alf Ramsey karşı takımının oyuncularına “hayvanlar” demişti. Buna karşılık Arjantinliler ve Portekizliler, İngilizler hakkında Dünya’yı ele geçiriceklerini iddia eden komplo teorileri öne sürdüler. 1982 turnuvasında oynanan Polonya – Sovyetler Birliği karşılaşmasında Sovyetler Birliği üyesi olan Polonya taraftarları, 6 ay öncesinde ülkenin komünist liderlerinin yasakladığı ticaret sendikası hakkında politik mesajlar içeren “Solidarnosc” pankartlarıyla maça çıktılar. İronik bir şekilde maçı berabere bitirmeyi ve gruplardan çıkma hakkını elde etmişlerdi. Hollanda’nın eski teknik direktörlerinden Rinus Michels’ın söylediği idda edilen söz gibi (gerçekte söylemesede), “Futbol Savaşdır.”

Güney Afrika’da görüldüğü gibi bu söz artık gerçek değil. Turnuvaya çok az yabancı taraftar katıldı ve gelenler de futbolun yeni öne çıkmaya başladığı ülkelerden geldiği için eski düşmanlıklardan yoksun bir turnuva oldu. Karşı takımların taraftarları vuvuzelalarını çalarak ve kaşkollarını değişerek maçları barış içinde izlediler. Kameralar onları çekmeye başladığında ise sanki NBA’de oynanan All Star maçlarındaki taraftarlar gibi mutlu bir şekilde ellerini sallamaya başladılar.

Dünya Kupası milliyetçilik dolu bir turnuva iken evrensel bir festivale dönüştü. Turnuvanın en çok farklı kültürlerden gelen oyuncularına sahip Almanya’dan artık hiç kimse nefret etmiyor. Sömürgeci ve sömürülmekte olan ülkeler arasında hiç bir maç yoktu (Amerika – Afganistan maçı çok ilginç olabilirdi fakat Afganistan hiç bir Dünya Kupası’na katılamayan ülkeler arasında olduğu için bu imkansızdı). Bir tek aşırı milliyetçilik mesajları içeren ülke Kuzey Kore idi. Söylentilere göre Pyongyang bir çok Çin’li taraftarı Kuzey Kore takımına destek olmaları için Güney Afrika’ya gönderdi. Fakat bu söylenti dışında, özellikle Portekiz karşısında alınan 7-0’lık mağlubiyet sonrasında Kuzey Kore’den çıt çıkmadı. Sonuçta hiç bir ülke Dünya Kupası’ndan komplo teorileri haykırarak ayrılmadı.

Politik mesajların Dünya Kupası’ndan ayrılmasının en büyük nedeni dünya politikalarının değişmesidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan diktatörlük, aşırı milliyetçilik ve ülkeler arası savaşların devri artık geçti. Günümüzde yaşanan savaşların çoğu iç savaşlar oluyor.

Aynı şekilde futbol da değişmekte. Dünya Kupası bir çok ülkenin kendilerine has stillerinin birbirleriyle karşılaştığı bir arenaydı. ollandalılar saldırır, İtalyanlar savunur, Almanlar kötü oynayıp kazanır, Güney Amerikalılar top sürer ve İngilizler çok koşup kaybederlerdi. Herkes kendi stilini över, başkalarınkini kötü ve sinsice bulurdu.

Günümüzde oynanan milliyetçilik sonrası Dünya Kupası, küreselleşme ile birlikte futbol stillerinin birbirlerine benzemeye başladığının bir göstergesi olmakta. Herkes birbirine benzer bir futbol oynamakta (İngiliz’ler hala çok koşup kaybetmekte, onda bir değişiklik yok elbette.) ABD, Paraguay ve Japonya gibi ülkelerin sıkıcı, atletik ve iyi organize olmuş Batı Avrupa ülkelerine göre kendilerini çok daha fazla geliştirdiklerini görüyoruz. Güney Afrika da, Hollandalılar savunma yaptı, Almanlar iyi oynayıp kaybettiler ve Güney Amerika’lılar çoğunlukla top sürmeyi bıraktılar. Modern futbolda başarının sırrı, ülkene has futbol stilini yok etme yönünde gibi gözüküyor. Örneğin kupayı kazanan İspanya’nın, uzun süredir Barselona’ya gelen Hollandalı futbolcuların ve teknik direktörlerin beraberlerinde getirdikleri çok paslı oynanan futbol stilini benimsediğini görüyoruz. Buna karşılık kendi ülkelerinin stilinde oynamaya çalışan Arjantin ve İngiltere’nin turnuvaya erken veda ettiğini gördük. Bazı karşılaşmalarda milliyetçilik duyguları ön plana çıksada, kazanmak kendi ırkının üstünlüğünü ispatlamak yerine sokaklarda dans etmek için bir bahane oluyordu.

Turnuvadaki tek istisna Güney Afrika milli takımı idi. Kupaya ev sahipliği yapan ülkelerin kendilerini yeniden keşfetmeleri artık bir gelenek haline geldi. Örneğin 2006 yılında oynanan Dünya Kupası’nda, Almanya kendileri dahil hiç kimseyi korkutmadan meydanlarda “Almanya!” diye bağırılabilen “festival milliyetçiliğini” tanıtmış oldu.

Güney Afrika’da 2010 Dünya Kupası’na ev sahipliğini en iyi şekilde yapabilmek için her ırkın birleşip ortak bir hedef üzerine çalıştıkları konuşuldu. Bu kesinlikle bir abartılma değildi. Benim annem ve babam Johannesburg’lüdür ve geleneklerine bağlı 70 yaşlarında olan teyzem şehir içinde Güney Afrika bayrağı ile arabada giderken yoldan geçen siyahların “Gogo, gogo!” (“Anane, anane!”) diye bağırdıklarını anlattı. Tarih boyunca ilk defa neredeyse bütün Güney Afrikalılar paylaşılmakta olan tek bir ülke için el ele vermişlerdi……

……Görünüldüğü gibi eski Dünya Kupalarında görülen politik mesajlar ve rekabetler artık sadece turnuvaya ev sahipliği yapıcak ülke’yi seçerken yaşanıyor. Oynanan futbol sadece zevk almak için oynanıyor (gerçeği söylemek gerekirse bir çok maç yeterli zevki vermedi). Dünya Kupası eskisi gibi milli bir mesele değil artık. Ve bu rahatlatan bir değişim.


Kaynak: http://www.foreignpolicy.com/articles/2010/07/21/soccer_explains_nothing?page=0,0
Çeviri: Cem Kırgız

Hiç yorum yok: