"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

18 Şubat 2011 Cuma

Ben Schusterim !!!

Uzun süredir hayret ve merakla izlediğim Beşiktaş en sonunda Europa Lig’inden de elenerek sezonu kapatmış oldu. Gereksiz ve sahte bir ‘dünya’ takımı beklentisi yaratırsanız, hayal kırıklığı da bir o kadar acı oluyor. Beşiktaş gibi bir değerin bu duruma gelmesinden sorumlu o kadar etken var ki, izin verirseniz teker teker hepsini ele alalım:

Bernd Schuster

Öncelikle artık ülkemize gelen biraz kariyerli hocaların hiç birinin başarılı olduğu görülmemiştir. Schuster gibi hocalar ülkemizde başarılı olabilse, ondan önce Rijkaard, Del Bosque ve Aragones başarılı olurdu. Schuster’in oynattığı atak futbolunu Ersun Yanal’da aynı şekilde hatta daha bile iyisini oynatabilir ülkemizde. Schuster takımın başına getirildiğinden beri her hangi bir şey kattığını asla düşünmüyorum. Devre arasından önce en azından gençleri kadroya kazandırmaya çalışıyor diye bir çok yanlışına göz yumuyordum. Fakat görünen o ki devre arasında yapılan “inanılmaz ötesi”, süper transferler takımı hiç bir şekilde ileri götürmemiştir. Necip, Ali, Onur, Ersan (sakatlıktan) ve tabii ki İbrahim kaptan ilk yarıda takımın bel kemiğiydi ve özellikle Avrupa’da kazanılan başarıların gizli kahramanlarıydı. İkinci yarının başlamasıyla birlikte Beşiktaş sadece bireysel yeteneğe dayalı bir takım haline geldi. Quaresma 8 kişiyi geçecek, Guti inanılmaz bir bas atacak, Simao frikikden gol atacak...

Bir teknik direktör başarısız olabilir, kariyerli olup egosu yüksek olabilir. Fakat sorunları hep başkalarına atıp çalıştığı ülkede oynanan futbolu aşağılaması asla kabul edilemez. Schuster’in futbolculuk kariyerinin doruk noktası 80’li yıllarda Barcelona’da geçti. Teknik direktörlük kariyerindeki başarıları Getafe takımıyla La Liga’yı 7. sırada bitirmiş olması, İspanya Kupası’nda Barcelona’yı 5-2’lik bir skordan 4-0 eleyerek Kupa’yı kazanması ve Real Madrid ile 1 sene La Liga şampiyonluğudur. Bu başarılar küçümsenecek başarılar değildir, ama bu kadar yüksek egoyla herkesi kendinden küçük görücek kadar asla değildir.

Schuster bütün sezondur önce suçu rakip takımların oynadığı futbola attı. Meşhur ‘60’ların futbolu’ beyanatıyla hem rakiplerini hem de ülkemizde oynanan futbola saygısızşık etmiştir. Kesinlikle Süper Lig’de oynanan futbol çok iyi demiyorum. Fakat ülkemizde oynanan futbolu bu aşağılayıcı dille eleştirmek saygısızlıktan başka birşey değildir. Ayrıca “benim bir suçum yok rakip kötü top oynuyor” lafları teknik direktörün ne kadar çalıştığı ülkede oynanan futboldan habersiz olduğunu gösterir. Takım biraz daha kötüye gidince bu sefer hakemleri suçlamaya başladı ve laf döndü dolaştı sırf hakem hataları yüzünden Beşiktaş’ın puan kaybettiğine döndü. Yoksa Schuster’e göre kendinde hiç bir hata yoktu o mükemmel bir hocaydı... Son olarak “taraftarın tepkisi umrumda değil, beğenmeyen stada gelmesin” lafıyla neden yaklaşık her çalıştığı takımdan kovulduğunu göstermiştir. Yakında futbolcularını ve ardından yönetimi suçladığını görürsek hiç şaşırmayın. Hiç bir şey Beşiktaş ve Beşiktaş taraftarından önemli değildir Schuster hoca. Beşiktaş bu teknik direktörle aynı yolda devam ederse senelerce hasarlarını çekecektir....

Yönetim

Bazı restoranlara sırf sosyete gidiyor diye prestij için giden insanlar vardır. Bu tür insanlar dışta her ne kadar güçlü ve sert gözükseler de, aslında kendine güvenleri çok az olan insanlardır. Neredeyse bir sene boyunca kendisine olan tepkiler yüzünden başkan son çareyi yaşı ilerlemiş ve Avrupa’da istenmeyen ne kadar eski yıldız adayı varsa toplamakta görmüş. Zaten borçların içine gömülü bir kulübü daha fazla borça batırarak günü kurtarmakla kalmayıp, bir de üstüne üstelik bulduğu her fırsatta kendilerini öven ve ‘dünya’ takımı kurduklarını iddaa eden bir yönetile karşı karşıyayız. Teknik direktörlerinin arkasında dururken adeta kölesi olup onu nasıl savunucağını şaşıran, yanlış zamanda yanlış kararlar alıp sonra basın toplantılarında tepki almamak için dövünen bir ‘Papermoon çetesi’ Beşiktaş’ı bu hale getirmiştir. Bir kaç transfer yapıp dünya takımı olunsa, Fenerbahçe çoktan Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı sayın Papermoon’cular. Bana sorarsanız esas dünya takımını kuran sizden önce o koltukta oturan Süleyman Seba’dır. Her geçen sene Beşiktaş kimliğini kaybettikçe, gerçek Beşiktaş’ı daha çok özlüyorum...

Taraftar

Beşiktaş’ın taraftarı ülkemiz için bir renktir ve herkesin saygı duyduğu bir taraftar kitlesidir. İyi ve kötü günde her zaman takımlarını desteklemek için son derece yaratıcı yollar bulan Beşiktaş taraftarı da maalesef gelinen bu durumda hatasız değildir. Daha geçen sene yönetimin yanlışlıklarına katlanamayıp her maçta “Yeter!” diye bağıran taraftar bir kaç transfer sonrasında herşeyi unutup yönetimin göz boyamasına çok kolay kandı. Quaresma, Guti ve Simao gibi futbolcuları ülkemizde görmek elbette güzel bir şeydir. Fakat bu oyuncuların transferleri asla senelerce yapılan yanlışların üzerini örtmemeli. Quaresma’nın yaptığı her harekete sanki Süpermen’miş gibi davranan taraftarlar aslında takıma ne kadar zarar verdiklerinin farkında değiller. Quaresma koşup bir şeyler yapmaya çalışıyor belki, ama o yaptıkları şeylerin tribünleri coşturmak dışında takıma çok fazla katkısı olmuyor. Aldığı topların bir çoğunu kaybetmesine rağmen, ‘boşver abi kaybettiklerini onun ayağına top değsin yeter’ reaksiyonunu gösteren taraftar çok fazla. Bazı maçlarda takımda bütün futbolcular kötü oynasa da Quaresma’nın bir çaba gösterdiği doğru. Fakat Quaresma gibi bir yıldızın adam geçip şık goller atmakla beraber takımı saha içinde yönetmez ise, attığı 1 şık golün hiç bir anlamı olmadığını görüyoruz. Beşiktaş’ın efsane taraftarının artık yönetimin oyunlarına kolay kolay kanmayıp, gerekli tepkiyi göstereceklerini umuyorum.

Hiç yorum yok: