"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

11 Şubat 2011 Cuma

PERŞEMBE’NİN GELİŞİ - 2



Fatih Terim’in ayrılmasından sonra boşalan Milli Takımlar teknik direktörlüğü görevine, o dönem futbolcular, medyanın spor yazarları / yorumcuları, futbolseverler arasında yapılan anketlerde bu görev için büyük çoğunlukla yerli teknik direktör getirilmesi için tercih kullanılmasına karşın, Futbol Federasyonu yoğun uğraşılar sonucu Guus Hiddink’i bu göreve getirdi. Hem de öyle bir üst düzey anlaşma ile ki, Hiddink’in koydurduğu gizlilik şartı nedeniyle, anlaşma Türk halkına açıklanamıyor. Yani Türk Milleti adına kendini karar vermeye yetkili görerek anlaşmayı imzalayanların dışında, Türk Milleti kendi milli takımlarının başına getirilen zatın, o makama hangi şartlarla getirildiği konusunda bilgi sahibi olma, tabii dolayısıyla da söz söyleyebilme hakkına sahip değil. Acaba bu elit yöneticiler, örneğin Hikmet Karaman ile böyle bir anlaşma yapmayı düşünselerdi de, Hikmet Hoca da “ancak ben sözleşmede gizlilik şartı isterim” deseydi tavır ve tepkileri ne olurdu bunu okurların takdirine bırakıyorum. (Elbet yerli bir hocanın böyle bir talepte bulunabileceğini düşünebilmek dahi mümkün olamaz).

İşte bu tam da yazımın birinci bölümünde anlatmaya çalıştığım bürokrat tutumun yansımasıdır. Bu düzeyde resmi bir erki kullananların bu tutumunun iki sebebi olabilir. Bunlardan birincisi, samimi olarak jakoben-bürokrat anlayışa sahip olmaları, kendi insanına güvenmemeleri, devlet eliti olarak değişimin ancak kendileri tarafından gerçekleştirilebileceği düşüncesinde olmaları, ya da ikinci olarak, bu alışılmış ve genel anlayışın dışında hareket ettikleri taktirde, üzerlerine risk ve başlarına dert alabilecekleri korkusudur. (Ki, Federasyon Başkanının bu gün televizyon kanallarında yayınlanan bazı kulüplere fırça çekme konuşmasında, ne amaçla söylediği pek anlaşılmayan “futbolda demokrasi yoktur, kurallar vardır” söylemi, birinci sebebe gayet uygun düşmektedir. Başkanın söylemi kapsamında, kurallar olduğu zaman demokrasi de olamayacağına göre, demek ki demokraside kurallar yoktur (!!!).)

Sebep hangisi olursa olsun iki kapı da sonuçta aynı koridora açılmaktadır. Bu anlayış, “biz kendi içimizde düzgün bir şey yapamayız, bu işleri en iyi yapan Batı olduğuna göre, onların en iyilerinden birini parası neyse bastırıp alırız, o her şeyi düzeltir” anlayışıdır. Öte yandan küçük hesap bakımından da, “böyle bir adamı getirdiğimizde kimsenin gıkı çıkamaz” bu bir, oldu da adam başarısız oldu, o zaman da “yahu daha ne yapalım, dünyada en iyilerinden birini bulup getirdik ama olmadıysa bizim günahımız ne !? dersek, bize hesap kesilmez” bu da iki. “Ama yerli bir teknik direktör getirirsek, hem daha baştan bir takım muhalif seslerin çıkması kaçınılmazdır, hem de adam başarısız olduğu taktirde, bizi de beraber götürür” bu da üç. Bunun için adamın ayağına da gidilir, peşinden de koşulur, yerlinin çok üstünde ücret ve imkanlarla anlaşma da yapılır, anlaşmaya gizlilik şartı konulması da kabul edilir elbet. Sonra sen sağ, ben selamet, it ürür ama kervan yürür.

Oysa Milli Takımlarımız en önemli başarılarını hep Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş gibi yerli teknik direktörler yönetimlerindeyken elde etti.

Guus Hiddink’in kariyerine baktığımızda, bir çok gelmiş geçmiş teknik direktörün olduğu gibi başarıları da var, başarısızlıkları da. Bu biraz da nereden baktığınıza bağlı. Ülkesi Hollanda liginde PSV’nin başındayken başarılı, Fenerbahçe’de son derece başarısız, Valencia’da sıradan, Hollanda Milli Takımının başında en büyük başarıları, Avrupa’da çeyrek finale, Dünya Kupasında yarı finale ulaşabilmek. Real Madrit’te işine son verilmiş, Real Betis’te tutturamamış, Chelsea’da sadece 4 ay görev yapmış. En sevildiği ülke Güney Kore ; futbol yoksunu Korelilere futbol oynamasını öğretmiş. Diğer önemli kariyerleri Avusturalya ve Rusya. Son dünya Kupasında teklif aldığı ülke ise Fildişi Sahilleri. Hiddink hiç şüphesiz futbolu bilen mühim bir isim. Ama kariyeri boyunca bu kadar kapı kapı dolaşmış olması da işin bir başka düşündürücü yanı. Bize sunulduğu kadar müthiş bir futbol adamı ise neden bir Alex Ferguson gibi, bir Arsene Wenger gibi önemli bir takımın başında uzun yıllar bulunmadığını da sorgulamadan edemiyor insan. Öte yandan, bizim ligimizin hedefleri de, Dünya ve Avrupa 3.lüklerini elde etmiş Milli takımımızın hedefleri de, ne Avustralya, ne Güney Kore, ne Fildişi Sahilleri, ne de Rusya ile kıyaslanamaz. Hollanda Milli Takımı ise, Hiddink yönetiminde olmadığı dönemlerde de her zaman Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında ses getiren bir takım olmuştur. Son Dünya Kupasında da final oynadıkları malum.

Burada mühim olan, Guus Hiddink’in Milli Takımlarımıza, Türk Futboluna neler vereceği elbet. Bu güne kadar hiç bir şey, daha da önemlisi geleceğe yönelik herhangi bir ümit dahi vermediği. Kalkık egosu, yukarıdan bakan havalı tavırları, hiç te sevimli ve sıcak gelmeyen soğuk konuşmalarının dışında ne yaptığı, ne ettiği belli değil. Sözleşmesi gibi, geleceğe yönelik plan ve projeleri (tabii varsa elbet) hakkında hiç bir bilgimiz yok. Başına geldiğinden beri Milli Takım Ziraat Türkiye Kupasında oynar gibi oynuyor, kimseye keyif ve ümit verdiği yok. Yardımcısı, dil bilme avantajı dışında, liglerimizde teknik direktör olarak talebi bulunmayan biri. Bir önceki teknik yönetim başarısız idi ise, o yönetimde yer alanların hala aynı görevi sürdürmeleri de anlaşılır bir şey değil.

Bana öyle geliyor ki, futbolcu olsun, teknik direktör olsun, Türkiye’den gelmiş geçmiş bir çok benzerleri gibi, Türk Milli Takımı da Guus Hiddink için kariyerinin sonunda bulunmaz bir emeklilik ikramiyesi. Gizli sözleşmesinin maddi manevi her türlü isteğini fazlasıyla karşıladığına eminim. Eh, o da elbet bu güne kadar olan birikimlerini Milli Takımımıza yansıtmaya çalışacaktır. Ama olursa olur, olmazsa olmaz. Zaten artık yolun sonunda, sırtında yumurta küfesi ve bundan sonra da futbol dünyasında yapacağı başka bir şey yok ki ! Türkiye’de başarısız olmuş, ne beis, Hiddink’e ne yazar ! Tavırları da “benim kariyerim ortada, bundan sonra kimseye kariyerimi ispat etme derdim yok !” havasında. Sonunda emeklilik ikramiyesi olarak alır çuvalla parayı, istediği yere gidip çıtır çıtır yer ama olan da bizim Milli Takımlarımıza olur.

17 yaş altı Milli Takımımızı başarıdan başarıya koşturup Avrupa Şampiyonu ve Dünya 4. sü yapan yapan bir Abdullah Avcı, gittiği her takımda başarılı olup, Bursasporu Şampiyon yapan bir Ertuğrul Sağlam, bir Hikmet Karaman, bir Tolunay Kafkas, showman’lik kısmını bir tarafa bırakırsak bir Yılmaz Vural futbolu Guus Hiddink’ten daha mı az biliyorlar sizce !? Bu sorunun cevabı bana göre hayır ama, cevap evet dahi olsa, hiç şüphesiz ki bizim yerli malı teknik direktörlerimizin ülke futbolu, ülke futbolcusu ve Milli Takımlarımızın özlenen seviyelere nasıl getirilebileceğine dair bilgilerinin, fikirlerinin ve görev aldıkları taktirde çalışma hırs ve azimlerinin Guus Hiddink’ten misli ile fazla olduğu tartışma götürmez. Milli Takımımızın başarıları ve başarısızlıkları Guus Hiddink’i ne kadar etkiler, ne kadar umurunda olur, ama bir Abdullah Avcı’yı, bir Eruğrul Sağlamı v.b. ne kadar etkiler, ne kadar umurlarında olur, bir düşünün !

Ülkenizde işi bilen, yetişmiş, başarılı insanlarınız yok ise, ya da dışarıda onlardan çok daha iyi, çok daha üstünleri varsa, ırkçılık yapacak halimiz yok, elbet getirip onları görevlendirelim. Ama ülkenizde çok daha yararlı olabilecek, yetişmiş ve başarılı insanlar varken, onlarla çalışmak, onların önünü açmak yerine, arızalı bir zihniyetle kariyerini tamamlamış bir ithal malına teslim olursanız Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur işte !

Bu zihniyet ne bir devrimi, ne de bir değişimi gerçekleştirebilmeye şimdiye kadar mukterdir olamadığı gibi, bundan sonra da muktedir olabilmesi hiç mümkün değildir.

Hiç yorum yok: