Fenerbahçe – Galatasaray maçlarının, dünyanın en önemli “derby”lerinden biri olduğu söylenir. Kimine göre birinci veya ikinci sıradadır, kimine göre ilk üç içinde yer alır, en mütevazilerine göre ise, en az ilk beş’in içindedir.
Bu “dünya derby”mizin yayın haklarını, son yıllara kadar, bazen “Dubai” gibi bir iki Arap Emirliği satın alıp yayınlarmış. Ama bu sonuncusuna yurt dışından herhangi bir talip çıkıp da yayınlamak isteyen olmamış. Eh, internet sağolsun, taliplisi yurt dışında da bir şekilde yayına ulaşıp izleyebilmiştir. Ne dersiniz, orardaki Türkler dışında taliplisi çok olmuş mudur sizce !?
Bu “ülke efsaneleri” ile kendimizi hiç kandırmayalım. Gerçek şu ki, Türkiye’de oynanan futbolun “uluslararası” olanı bir yana, buna “aday” dahi olabilecek herhangi bir niteliği mevcut değil. Buna “hakeminden – yayınına” kadar herşey de dahil.
“Uluslararası” bir spor / oyun olan futbolun içinde, “Ulusal” olarak bizim için “en önemli” olan bir maçın, uluslararasında neden hiç rağbet görmediğinin düşünülmesi lazım.
Bu “derby” bağlamında da, “taraftar / seyirci”, kalitesiz bir mala dünya kadar para ödeyerek, yine “Endüstriyel Futbol”u finanse etmeyi sürdürdü.
Tatsız-tuzsuz maçta, bir zamaların UEFA ve SÜPER KUPA Şampiyonu Galatasaray, ligin ortalarında yer almayı hedeflemiş iyi bir Anadolu takımı gibi oynarak, Fenerbahçe’den 1 puan almayı başardı ve maçın sonunda da, gerek sahadaki futbolcular ile teknik adamlar, gerekse tribündeki yöneticileri ve taraftarları, sanki Şampiyonluk kazanmışlarcasına sevindiler.
Mazeretleri de şu : Takım krizdeymiş, teknik direktörleri ayrılmış, yeni teknik direktör taze gelmiş, futbolcular formda değilmiş, sakatları varmış v.b.
Yahu yüz küsur yıllık kulübün kesesinden dünya kadar paralar harcayıp dünya kadar futbolcu transfer etmişsin, dünya futbolunda önemli bir isim olan bir teknik direktörü takımın başına getirmişsin, bu neyin krizi o zaman !?
Sahaya çıkan futbolcularının bir iki tanesinin bedeli, bir çok Anadolu Takımının tamamını satın alır. Aralarında kendi ülkelerinde “milli” olmamış olanı da yoktur veya bir iki tanedir herhalde. Ülkenin en büyük, en saygın kulüplerinden birinde forma giyen (üstelik ülke dışında da oynayacakları bir maç falan da bulunmayan) ve her biri bu kulüpten çuvalla para kazanan bu futbolcuların formda olmaması, haklı bir mazeret olabilir mi hiç ? Bir muhasebe müdürünün yanlış kayıtlar yaparak şirketini zor duruma düşürmesi durumunda, “ya, formda değilim” demesi, mazeret olarak kabul edilebilir mi !?
Milyonlarca taraftarı, zaferlerle dolu geçmişi olan bir takımın, bir yığın basiretsizlikler sonucu canına okunup da, taraftarları 1 puana bayram yapacak hale getirilmiş ise, vah ki vah haline ! Üstüne üstelik, karşısındaki takım bir dünya devi “Barcelona, Milan, Manchester United” filan da değil ; son derece sınırlı imkanlara sahip bir çok Anadolu Takımının kendi sahasında yenmeyi başarabildiği, “henüz toparlanma aşamasında olduğu” söylenen Fenerbahçe !
Esasen, “en zengin Büyük” Fenerbahçe, her zaman “takım olma yolunda toparlanma aşamasındadır.” Ama çok uzun yıllardır bu kulüpten, bir çok önemli başkanlar ve yöneticiler, dünya şampiyonu milli takımların, Avrupa şampiyonu takımların hocaları, yerli ve yabancı önemli futbolcular gelmiş geçmiş olmasına rağmen, futbol takımı nedense bir türlü bu "toparlanma aşamalarından" bir adım ileriye geçememiştir. “Ümit”, hep Fenerbahçe taraftarının ekmeği olmuştur. Ben, kendimi bildim bileli, en az 40 yıldır, “oh yahu çok şükür, kazansa da kaybetse de, nihayet her maçta takır takır oynayan istikrarlı bir takıma kavuşabildik !” diyen bir tane Fenerbahçeli’ye rastlamadım. (Bu ‘toparlanma’ süreçlerinin önümüzdeki 40 yıl boyunca devam edeceğine olan inancımın da ‘tam’ olduğunu belirtmek isterim).
İşte bu “derby”de de, alınan 1 puandan mutluluk duyabilen Fenerbahçe’nin mazereti de, “yine yeni bir teknik direktör ve yeni oyuncuları ile takım olabilme yolunda yepyeni ve devrimsel bir toparlanma sürecinde” olmasıdır.
Nitekim, Fenerbahçe’nin, her zaman maçlardan önce favori gösterilmesine rağmen, karşısında akıllı oynayan iyi bir Anadolu Takımı karşısında genellikle yenilmesine karşın, bu kez paçayı ucuz kurtararak 1 puan alabilmiş olması, her zamanki gibi sadece taraftarları dışında hiç kimseyi üzmemiştir. Maçtan sonra “kazanmayı çok istiyorduk ama olmadı, iyi oynayamadık, üzgünüz, artık önümüze bakacağız” filan gibi, her zamanki hiç bir anlamı bulunmayan “şablon beyanatların da, ciddiye alınabilecek herhangi bir yönü bulunmamaktadır.
Bu maça son derece “uygun” olan hakem de, uluslararası futbolun uygulanması gereken kurallarına göre maçı yönetmek yerine, ulusal sembollerimizden olan “şiş kebab”ın “ne şiş yansın, ne de kebab” prensibine göre maçı “idare etmek suretiyle”, “derby”nin mutlular kervanına katılmayı başarmıştır.
Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş biçimde “kendi kendini övmekten” hala bir türlü yorulmayarak, sırf bu özelliğinden dolayı guinness rekorlar kitabında yer almaya hak kazanmış olan yayıncı kuruluş ise, bu kez de “dünyanın en son teknolojik harikası” yeni örümcek kameralarına bitmez tükmenmez şekilde övgüler yağdırdıktan sonra, maç yayını sırasında, “futbol canlı yayını”nın en temel prensibi olan “kameranın topu kaybetmemesi” ilkesini yine hiçe sayarak, her zamanki gibi, özgün bir “yeni dalga (!)” yayıncılık anlayışı ile, bize maç yerine, olur olma zamanlarda, tribünlerde, Kremlin resmi geçitlerindeki eski Sovyetler Birliği yüksek prezidyumu üyeleri gibi konuçlanmış bilcümle “ağır ağabey”leri, 18 kişilik kadroların dışında kalmış olup da çekirdek çıtlatıp maçı izleyen futbolcuları, ona buna sallarken suratları yamulmuş futbolcuların ağır çekimlerini v.b. bol bol izlettirmiştir. Haydi bunlara alışmıştık diyelim de, ama bu “derby”de bir de bunlara, “dünyanın 7 harikasından birincisi” olarak ilan ettikleri yeni oyuncaklarına alışma antremanlarının eklenmesine ne diyelim !? Henüz sıradan kameralarla, uluslararası standartlara uygun sıradan bir futbol canlı yayını yapmayı beceremeyenlerin, fantazi uğruna maçı harcayanların (ama her fırsatta ne müthiş yayınlar yaptıklarından bahsedip kendilerini yere göğe koyamayanların), bir de bu maçta olur olmaz yerlerde devreye sokup çıkardıkları yüksek teknoloji ürünü örümcek kameraları, umutsuzca da olsa umalım ki, doğru dürüst bir maç yayını izlemekten başka muradı olmayanların ızdıraplarını ileride daha da fazla arttırmasın.
Bu satırları yazarken, televizyonumda açık olan yüksek reytingli bir futbol programında, “derby maçının tatsız tuzsuz olduğu ama, bu maçta ulusça övünmemiz gereken çok önemli ilklerin yaşandığı” ilan edildi. Bu gurur vesilelerimiz şunlarmış : Futbol Federasyonu Başkanımız ve Milli Takım Teknik Direktörümüz maça gelmişler. Üstelik, iki büyük güzide kulübümüzün başkanları onlarla birlikte yanyana maçı izlemişler. Futbolcular sahada birbirlerini gırtlaklamamış. Fazla küfür olmamış ve sahaya yabancı cisim atılmamış.
(Maçtan önce, rakip takımın formasını giymiş olan bir baba ve küçük oğlu diğer takımın taraftarları tarafından az daha linç ediliyordu. Plakasında kulübünün baş harfleri yer alan bir otomobilin de caddedin ortasında camı çerçevesi rakip taraftarlar tarafından indirildi ve içindekiler canlarını zor kurtardılar ama, onlar saha dışında olduğundan konu dışı idi tabii !)
Başka !? Başkası yok, o kadar ; yetmez mi yani !?
Yetmez mi "bunca gurur" futbolumuzu uluslararası boyutlara taşımaya, daha ne istiyoruz ki !?
Vah ki vah ! Hakikaten “tatsız-tuzsuz” ! ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder