"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

23 Ekim 2010 Cumartesi

"USUL" HAKKINDA : Konumuz "FUTBOL" -6 (SON)


“İngiliz futbolcuların kendilerini yere atmayı uzun süre reddedişi hayranlık duyulacak bir kültürel norm gibi görünebilir ama, Kıta Avrupası’ndan nasıl tuhaf şekillerde penaltı kazanılacağını öğrenmiş olsalardı daha çok maç kazanabilirlerdi !”

(Simon Kuper – Stefan Szymanski : Futbolun Şifreleri kitabından).

“Bu kulübe haram kupa sokmam !”

(Süleyman Seba – Beşiktaş Jimnastik Kulübünün onursal başkanı)


“ENDÜSTRİYEL FUTBOL” / "RENKSİZLEŞME"

“Kapitalizm”, “globalleşme” adı altında, kendi karakterine uygun olarak, dünyayı “tek tipleştirme” çabasında. Biz de bu bu etki ve baskılardan yeterince nasibimizi alıyoruz maalesef. “Globalleşme”nin futboldaki karşılığı ise “Endüstriyel Futbol”.

Bu gün dünyamızı “Şirket”ler yönetiyor. Her türlü değer yargıları “şirketrokrasi” nin kurallarına göre devşiriliyor, devşirilmeye çalışıyor. Bunu sağlamak için de, savaş, insan öldürmek dahil, her yol mübah görülüyor, deneniyor.

Futbolda dönen parann 750 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor. Bunun yarısı dahi olsa, ne farkeder ki !? Eğer işin içinde bu kadar büyük bir para varsa, kapitalizm mutlaka orayı kendine devşirir. Onun kardeşleri olan şike, bahis ve mafya da hemen oradaki yerlerini alırlar.

Büyük şirketler ve onlara hizmet veren kulüp başkanları, yöneticileri, sporcuları v.s bu paradan çok ciddi boyutlarda dolaylı veya dolaysız olarak nemalanıyorlar. Bütün bunları finanse edenler ise, taraftarlar ve seyirciler. “FIFA” ve “UEFA” gibi kuruluşlar, bu sistemin bekçileri ve uygulayıcıları. Taraftarlar / seyirciler de, bu sistemin çıkarları doğrultusunda şartlandırılıyorlar, devşiriliyorlar. Artık bütün başarı ölçüleri para ve diğer maddi kriterler.

Uzun süredir klüp yöneticilerimiz “dernek” statülerinin kendilerine dar geldiğini, başarı için “şirketleşme”nin şart olduğunu dile getiriyorlar. Bunun nedeni son derece açık, “şirket” statüsü, kapitalizmin / endüstriyel futbolun gereklerini yerine getirmek için çok daha elverişli. O zaman “belirli ve ortak bir amaca etrafında biraraya gelmiş insanlar”a hiç ihtiyaç yok. Mühüm olan maddi kazanç ve karın maksimizasyonu. Bunun için de bir malın uluslararası piyasalarda maksimum kar ile satılabilmesinin gerekleri neler ise, onlar yapılacak o kadar. Müşteri de elbet taraftar / seyirci ; onlar da malı alıp, tüketecek.

Halen önemli kulüplerimiz “şirket” statüsüne geçmemişlerse, bunun en önemli nedeni, bu gün kulüp yöneticilerimizin, dünyanın hiç bir yerinde “dernek” statüsü kapsamında yararlanabilmelerinin mümkün olamayacağı yetki ve imkanlardan, akıl almaz bir şekilde “su içer gibi” rahatlıkla yararlanabiliyor olmalarıdır.

Bu gün kulüp başkanlarımız ve yöneticilerimiz, bırakın Cumhuriyet dönemi başbakanlarımızı, Osmanlı Padişalarından çok daha fazla yetki ve dokunulmazlığa sahiptirler. Bu özellikle de 3 büyük takımımızın başkanı ve yöneticileri, rayicin çok üzerinde büyük paralar karşılığında ve uzun süreli sözleşmelerle takıma teknik direktör ve futbolcu transfer edebilir ; sonra da şu veya bu nedenle, ama ceplerine hiç bir şeyin karşılığı olmayan çuvalla para koymak suretiyle, sözleşmelerini erken fesih edip onları kulüpten kovabilir. Üstelik bu bu tasarruflarını her sezonda peşpeşe bir kaç defa tekrarlamalarına da hiç bir engel yoktur. Hiç kimse de onlara “yahu siz delirdiniz mi, kimin parasını kime harcıyorsunuz böyle sorumsuzca, burası sizin babanızın malı mı !?” diye sormaz. Sorulacak gibi olsa da, yine de hiçbirşey değişmez. Vah ki, üç beş kuruşu “usulsüz” harcadı diye mahkemelerde sürüm sürüm süründürenlere ve ağır cezalar ile cezalandırılanlara !

Nitekim, bu gün giderek artan bir hızla kulüplerimiz renksizleşiyor. Evrende bir tek “mavi” renk bulunsa, diğer renkler olamayacağı gibi, “mavi” diye de bir renk kavramı olamazdı. “Mavi”yi var eden, diğer renklerin de var olmasındandır.

Bu gün kulüplerimiz arasında “kimlik” bakımından “Endüstriyel Futbol”a en uygun anlayışa sahip olanı “Fenerbahçe”. Ama son yıllardaki yapılanmalarına ve transfer politikalarına baktığımızda, Galatasaray’ın da, Beşiktaş’ın da “Fenerbahçeleştiğini” görüyoruz. Belki Fenerbahçe’yi taklit etmek isteklerinden değil ama, “Endüstriyel Futbol” öyle gerektirdiğinden dolayı oluşuyor bu değişim. Galatasaray’ın “Mekteb-i Sultani” kültürü ve dayanışması, Beşiktaş’ın “halkın takımı” kimliklerinin bağlantıları bir bir koparılıp atılıyor. Özellikle de kapitalizmin devşirdiği genç taraftar kitlelerinin bu duruma herhangi bir itirazları yok. Yoksa, bir kaç ay once avaz avaz “yeter artık, çek git” diye haykırdıkları başkanlarına, bir kaç ay sonra artık Avrupa’da talep bulamayan bir kaç futbolcuyu transfer etti diye, aynı sözcüklerle nasıl iltifatlar yağdırabilirler !?

Trabzonspor’u iki önceki yazımda geniş olarak ele aldığım için, burada tekrar üzerinde durmuyorum.

Ama böyle giderse, çok yakında Galatasaray’ın da, Beşiktaş’ın da, Trabzonspor’un da, birer Fenerbahçe’leri olacak. O zaman, ne öbürlerinin, ne de Fenerbahçe’nin -mavi misali- renklerinin ardında “kim kimi daha fazla yeniyor” dışında başkaca özel bir anlam kalmayacak. İç pazarda başarı sağlanırsa, sıra dış pazara gelecek. O zaman da bu takımlarımız bir Chelsea, bir Real Madrit v.b. kopyası olmaya çalışacaklardır.

Ama bir şeylerin orijinalleri zaten var ise, onların taklidi olarak piyasada bulunmaya çalışmanın ne anlamı olabilir ki !? Mühim olan “kendin olarak” var olabilmek değil midir !?

Acaba ben oturduğum yerden böyle görüyorum da, desteksiz mi yazdım bunları !?

Bakın, taraftar olarak uzun yıllar futbolun tam merkezinde yer almış olan Beşiktaş’ın “Çarşı Grubu”nun lideri Alen Markaryan, bir röportajında neler demiş, onun görüşleri ile sonlandırıyorum bu diziyi :

“Ona göre futbol 1985 yılına kadar insanlar sadece futbol oynamak için topun peşinden koşuyordu. Saf bir kültür vardı. 1990 yıllardan sonra dünya futbolu bir endüstri olarak görülmeye başladı ve medya patronları bu sektöre el attılar. Alen bugün futbolun patronun Medya olarak tanımlıyor. Artık insan gücünden kaynaklanan başarılara değil de medya gücünden kaynaklanan maddi başarılara bakılıyor. Alen bu ortamda hiçbir Beşiktaşlı futbolcuyu da sevmiyor. Çünkü Beşiktaş'ta oynayan bir futbolcu futbol topuyla oynamak için forma giymiyor. Sadece üzerindeki formanın şanı-şöhreti, reklamı ve namından yararlanarak bir yerlere gelmeye çalışıyor, cebini doldurmaya bakıyor. Beynini ayaklarına, kalbine, ruhuna vermiyor. O yüzden de futbol hiçbir şey. Markaryan futbol konusunda toplumcu görüşlere sahip. Hatta taraftar arasında bazen ''Alen Abi devrimci mi?'' tartışmaları yapılıyor. Bunun nedeni bir dönem FİFA ve UEFA'nın telkinleri ile Futbol Federasyonu’nun ''zengin taraftar profili'' oluşturma düşüncesinin ön plana çıkıyor olması. Beşiktaş'ta da bu hayata geçirilmeye çalışıyor. Zenginlere, aristokrasiye kaydırarak taraftarlar arasında başka bir kültür yaratılmak isteniyor. Ancak Alen'e göre ise Beşiktaş halkın takımı. Özellikle Çarşı Grubu ve diğer grupların üyelerinin esnaf olması, halkın içinde soluk alması, hayatı birebir kendinin yaşaması, tırnaklarıyla mücadele etmesi, halktan yana tavır almasını getiriyor. O yüzden Beşiktaş tribünleri hiç kimseden icazet almıyor. Hiç kimsenin boyunduruğu altında değil. Tamamen kendi omurgası var, kendi beyni var, kendi bildikleri ve gelenekleriyle hareket ediyor.Ancak FIFA, ''ben fakir taraftar istemiyorum, ben kulübe para kazandıracak taraftar istiyorum'' diyor. Artık taraftar bir tüketici olarak görülüyor. Maça gelen taraftar sosisli sandviç yiyecek, bayrak alacak, şapka alacak, kola içecek, puro alacak. Alen her şeyin parasallaştırıldığı böyle bir değersizleştirme kültürüne karşı çıkıyor. Alen bazen kendi adına itiraflarda da bulunuyor. 25 senedir yaşadıklarını göz önüne alarak, piyon gibi kullanıldığını söylüyor.

Çarşı, sanayici, işadamı başkanlara karşı !

Alen'e göre iş adamları şöhret olmak ve bu şöhreti tekrar ranta dönüştürmek için külup başkanı oluyorlar. Ona göre sanayiciden, ticaret adamından başkan olmamalı. Kulüp başkanlarının zaafları şike konusu olabiliyor. Markaryan'a göre futbol dünyasında şike olayları da adiyattan vakıalar.”

Hiç yorum yok: