"BİZ KİMİZ, KİMLERDENİZ, NEREDEN GELMİŞİZ VE NEREYE GİTMEKTEYİZ !?"
- Alooo ! Ben Rıdvan / Hakan / Rıza !
- Hangi Rıdvan / Hakan / Rıza !?
- "FENERBAHÇELİ" Rıdvan / "GALATASARAYLI" Hakan / "BEŞİKTAŞLI" Rıza
Ben kimim ?
Herşeyden önce “insanım”, sonra “kadınım veya erkeğim”, daha sonra bir zincirin halkaları gibi sürdürebiliriz sıralarımızı “Türk’üm, Fransız’ım, Arab’ım, Çinli’yim .....”, “allah inancı olan ya da ateist biriyim”, “museviyim / hırıstiyanım / müslümanım veya dinsizim”, “Demokratım, Liberalim, Komünistim, Irkçıyım, Kapitalistim ...”, “Fenerbahçeliyim, Galatasaraylıyım, Beşiktaşlıyım, İnterliyim, Real Madritliyim, Liverpoolluyum .....veya takım tutmam” ...
Bu sıralamayı, kimlik özelliklerimize göre, nitelendirmelerin yerlerini değiştirerek, aralara veya ardına ilaveler veya çıkarmalar yaparak yeniden düzenleyebilir, uzatabiliriz.
İşte hayattaki duruşumuzu, yaşam tarzımızı, zevkerimizi, keyiflerimizi, üzüntülerimizi, beklentilerimizi, umutlarımızı, umutsuzluklarımızı v.b. bu kimlik özelliklerimiz belirler.
“Tutarlılık”ın ölçüsünün “mihenki / referans noktası” da, bu niteliklerin temel değerleridir. Bir başka ifade ile, farklılıkların, değerlendirmelerin, övgü ya da yergi eleştirilerinin tutarlılık “mihenkleri / referans noktaları” bu nitelikler olmalıdır.
Toptancı ve şablonlaştırıcı bakış açılarını “meclis dışı” tutarak birkaç örnek verirsek, “fırsatını buldukça başkalarının hakkını yiyen bir insanın inançlı bir müslüman olabilmesi, ya da başı sıkışınca iç dünyasında allaha sığınmaya çalışman birinin, ateist olduğunu iddia edebilmesi” inandırıcı ve tutarlı olabilir mi !? Keza, “demokrasi savunuculuğu yaptığını iddia edenlerin salt kendi doğruları kapsamında farklı görüş ve düşüncelere karşı şiddet uygulamaları, komünistim diyenlerin ırkçılık siyaseti yapmaları” haklı görülebilir mi !? İşte bu soruların cevaplarının mihenkleri / referans noktaları, belirtilen o kimlik niteliklerinin temel ve bağlayıcı değerleri, “olmazsa olmaz” prensipleridir. Yani verdiğimiz örneklere verilecek olumlu ya da olumsuz cevapların mihekleri / referansları, müslümanlığın, ateizmin, demokrasinin, komunizmin “olmazsa olmazları” veya “olursa olmazları”dır.
Günümüzde, özellikle de “kimlik” konusunda yaşanmakta olan bunalım ve “kavram kargaşası”, her alanda ortak ölçü taşlarına kolayca ulaşabilmemizi ne yazık ki mümkün kılmıyor. Bunun nedenlerine ve sonuçlarına değinmeyi gelecek yazılara bırakarak, biz “kimlik” bağlamında da gelelim “konumuz futbol”a :
Taraftarı olduğumuz kulüpleri genel olarak üç kategoride toplayabiliriz.
“Yerel olanlar, ulusal olanlar ve uluslararası olanlar”.
Bunlara bir de “ara yüz”ler ekleyebiliriz ki, onlar da, “yerelden ulusala, ulusaldan uluslararasına geçmeye çalışanlar”dır.
“Milli Takımlar ile, taraftarı olmayan istisnai takımlar (örneği İstanbul Büyükşehir Belediye Spor)” şimdilik konumuz dışında.
Yerel olanlar, ülkemizde “Anadolu takımları” olarak isimlendiriliyor. Karabükspor, Sivasspor, Gaziantepspor, Manisaspor, Eskişehirspor .... gibi şehir takımları. Bu takımların taraftarları, çok büyük çoğunlukla o şehrin insanları, ya da o şehir ile hemşehrilik bağları olanlar ki, o taraftarların çok büyük çoğunluğu da, birinci veya ikinci tercihleri olarak, ulusal kategorideki takımlardan birinin de taraftarı.
Ulusal takımlarımız ise “üç büyükler” olarak isimlendirilen “Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş”. Bu takımlarımız sadece belirli ve yerel bir taraftar kitlesine dayalı değil ; tüm ülke kapsamında, her coğrafyada taraftarları var.
Bu üç büyük takımımızdan, bir Real Madrit, bir Liverpool, bir Milan gibi, “uluslararası” kategoriye geçmiş olan var diyebilir miyiz ? "Endüstriyel Futbol"un spesifik başarı kriterinde bakarsak, uluslararası düzeyde Galatasaray’ın kazandığı bir UEFA Kupası ve bir Süper Kupa, Fenerbahçe’nin ise oynadığı bir Şampiyonlar Ligi çeyrek finali var. Ama genel performans ve süreklilik açısından baktığımızda, bu takımlarımızın henüz “uluslararası” kategoride bulunmadığını ama hiç değilse niyet olarak, bu geçişi hedeflediklerini söyleyebiliriz. Ancak, "uygarlık" kavramının, haklı olarak, artık salt "batı uygarlığı" kavramının dışında ve genel batı şablonlarından başka kriterlerle de değerlendirilmeye başlandığı günümüzde, "sade suya skor klasmanı" açısından değil ama, "futbol asla futbol değildir" değerlendirmesinin farklı penceresinden baktığımızda, önce bizim ulusal olarak -batı liglerinde sürekli skor ve klansman başarıları elde etmesek de- takımlarımızın hangi özgün kimlik özellikleri ile gurur duyduğumuzu ve bizlerin gurur duyduğumuz bu niteliklerin "uluslararası" platformlarda da neden değerli olarak kabul görmesi gerektiğini sorgulamamız gerekir. Bir başka ifade ile, biz "uluslararasına", insanlığın ortak değerleri açısından, topu üç direğin arasından geçirebilmek becerisi dışında, bu alanda hangi özgün değerlerimizle renk katabiliyoruz !? Örneğin, Moussambani'nin, gelmiş geçmiş tüm olimpiyatların en yavaş yüzen yüzücüsü olmasına karşın, sporun uluslararası en yüce platformu olan "olimpiyat"ın "gerçek ruhu"nun nasıl simgesi olabildiği gibi.
(Olimpiyatlardan 2 ay önce yüzme öğrenen ve ülkesinde ancak lüks otellerde bulunan havuzlara da alınmadığı için antremanlarını içinde timsahların da yaşadığı nehirlerde yapmak zorunda kalan Eric Moussambani, kontenjandan 2000 Sidney olimpiyatlarına katılır. Doğru düzgün bir mayosu olmadan ülkesi Ekvatoral Gine adına elemelerde yarışır. Kendisi gibi acemi olan iki yüzücünün havuza erken atlaması sonucu tek başına yüzer. Olimpiyatlarda en yavaş yüzen ve boğulma tehlikesi geçiren ilk yüzücü olur belki ama gülüşmelerle başlayan yolculuğu ayakta alkışlanarak biter. O zamanın en iyisi Ian Thorpe bile bu kadar destek alamamıştır. Moussambani'nin dünya çapında milyonlarca hayranı vardır.)
“Yerellikten ulusala geçiş” yolunda en uzun mesafeyi katetmiş olan takımımız, hiç şüphesiz ki “Trabzonspor”. “Bursaspor”, Eskişehirspor, Gaziantepspor, Sivasspor gibi erken havlu atmazsa, henüz başında bulunduğu bu ara basamaklarını çıkmayı sürdürmeye aday olan takımımız.
“Ulusal – Uluslararası” irdelemesinde yazdıklarım –Moussambani kriteri- “Yerel ve Yerellikten Ulusala geçiş” kategorileri için de aynen geçerlidir.
Elbet her kategorinin basamakları var ki, kimi takımımız bu basamakların altlarında, kimileri ise ortalarında veya üstlerinde ...
“Blog’da seninkiler gibi uzun yazılar okunmaz, insanı gözlüğünden bezdiriyorsun” gibi hain eleştiriler aldığım için, burada –ister istemez- bir çay molası veriyorum. Ben yine yazacağımı yazmaya devam edeceğim ama, yazıyı böyle “pehlivan tefrikası” gibi böle böle yayınlarsam, bu son derece zeki (!) buluşum sayesinde belki o eleştirilerden kendimi sıyırtabilirim. Blogumuzun zeki, çevik ve ahlaklı patronu şayet bu manevramı yutmayıp da, “yettin gayri !” diye, taze başlamış blog yazarlığıma son vermez ise, gelecek yazılarımda işte bu kategorileri “kimlik” bağlamında –yine uzun kaçarsa (ki, eminim öyle olacaktır), yine böyle bölük pörçük- irdelemeye devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder