Bir kaç yıl önce ilk izlediğim maçında oyuna ikinci yarının ortalarında alınmıştı. “Yakın geleceğin en önemli yıldız adayı” olarak nitelendirildiği için, özellikle ona odaklandım. Oyuna girişi ile gerçekten takımına ciddi bir ivme kazandırmıştı. Henüz rakip takım tarafından çok fazla ciddiye alınmadığından, rahatça boş alan bulabiliyor, aniden hızlanabilme yeteneği, sürati ve kıvraklığı ile üst üste gol pozisyonlarına giriyordu. Maçın sonlarına doğru, yine girdiği bir gol pozisyonunda takımına penaltı kazandırdı. Maç bittiğinde, “inşallah tez vakitte taraftarı olduğum takıma transfer olur” diye dilekte bulunmuştum. Maçtan sonra televizyonda futbol programları başladı. “Geriye al, ileri git, tam orada dur”larla maçın önemli anları peşpeşe yorumlanırken açıkça ortaya çıktı ki, penaltı kararının “penaltı” ile uzak yakın ilgisi yok. Meğer “yıldız adayı” genç futbolcu kendini öylesine ustalıkla yere atmış ki, hakeme de izleyicilere de yutturmuş. Doğrusu, o maçta “normal düşünceli” herkes bu sahtekarlığı yutardı. Çünkü, herşeyden önce, pozisyon “yetenekli” bir futbolcunun penaltı kazanmayı düşünmesine gerek olmadan golü atabilmesine son derece müsait bir pozisyondu. Öte yandan, bu “genç yıldız adayı”, futbol camiasında, henüz “hakemi aldatmaktan sabıkalı” ve "sahtekarlığa eğilimli" olarak mimlenmiş değildi. Bunların yanı sıra, benim gibi bir gurup futbolseverin düşüncesine göre de “geleceği parlak genç bir yıldız adayının” en az futbol yeteği kadar, ahlaki kimliğinin de bu adaylığa uygun olması gerekirdi. O halde, futbol yetenekleri ile o golü atabilmesi mümkün olan geleceği parlak ve herkesin gözünün üzerinde olduğu bu genç futbolcu, mücadelesini sürdürüp yeteneğini göstererek golü atıp da aday gösterildiği “yıldız”lığa bir adım daha yaklaşacağı yerde, nasıl olsa bir kaç dakika veya bir kaç saat sonra ağır çekimlerde ortaya çıkmaması mümkün olmayacak şekilde sahtekarlık yapıp kendini yere atsın ki !? İşte bu düşüncelerle herkes o pozisyonun penaltı olduğuna inanmıştı. Ama dediğim gibi, meğer kazın ayağı öyle değilmiş !
“Endüstriyel Futbol”un cari değerlerine göre “İngiliz futbolcuların kendilerini yere atmayı uzun süre reddedişi hayranlık duyulacak bir kültürel norm gibi görünebilir ama, Kıta Avrupası’ndan nasıl tuhaf şekillerde penaltı kazanılacağını öğrenmiş olsalardı daha çok maç kazanabilirlerdi !”** diyenler beni ilgilendirmiyor. (Şüphesiz ki, ben de onları ilgilendirmiyorumdur.) Ben “Bu kulübe haram kupa sokmam !”*** diyenlere saygı duyanlardanım. Maçın sonunucunu hatırlamıyorum ama, “keşke taraftarı olduğum takımda oynasa !” diye düşündüğüm “genç yıldız adayı”nın ruhumda yarattığı burukluğu hiç unutmadım ve o gün takımına kaç puan kazandırdı ise, benden o puanın misli ile ilk Midas Kulaklarını kazanmıştı.
Hadise sadece bundan ibaret kalsa, bu satırlarımın “ayıp etmek”ten başka bir anlamı olmazdı. Zira o genç bir insan, bir hata yapmış olabilir. Üstelik herkes hata yapabilir. “Mükemmeliyet Allah’a mahsustur” denilir. Mühim olan “hatalardan ders almak” değil mi !? “Bir hatasını yakalayıp da, genç bir futbolcuyu silkelemeye çalışmak” hangi ahlaka uyar !? Üstelik bu futbolcu yetenekli ve ülkemizde yıldız futbolcu da kolay kolay yetişmiyor. Öte yandan, bu futbolcunun, hem futbol oynadığı dönemde, hem de sonrasında, böyle ucuzluklara hiç uygun olmayan kimliği ile, son derece düzgün, moda tabirle “adam gibi adam” bir teknik direktörü vardı (ki, hala var). “En azından onun elinde düzgün yoğurulur” düşüncesi ile, umudumu yitirmedim ve “yıldız adayı genç yeteneği” izlemeye devam ettim.
Ama, “genç yetenek”, Milli Takıma kadar da yükselmesine karşın, kendini daha fazla geliştirmek bir yana, maalesef bu güne kadar “sürdürebilir bir başarı”da yakalayamadı. Artık kendi takımında 90 dakika boyunca yer bulamadığı gibi, Milli Takım’ın kadrosunda da yer almıyor. Bunlar da her futbolcunun kariyeri boyunca başına gelebilecek olağan hadiseler elbet ! Her futbolcunun sakatlıktan çıkma dönemleri, şu veya bu nedenle formsuz olduğu süreçler olabilir. Kaldı ki, her yetenekli futbolcu illa ki “yıldız” olmak zorunda da değildir. “İşini iyi yapan, iyi yapmaya çalışan, iyi bir futbolcu olmak” başlıbaşına önemli bir niteliktir.
Ancak, bu “yıldız adayı” futbolcunun, futbolunu daha üst boyutlara taşıyamamasına paralel olarak (belki de bunun bir sonucu olarak), oyun içindeki sahte davranışlarını giderek artırdığını üzülerek görüyorum. Neredeyse beceriksiz olduğu her pozisyonda, kaptırdığı her top’ta kendini yerlere atıp duruyor. Hatta, oyunun durduğu zamanlarda rakip futbolcu ile dalaştığı anlarda, rakip futbolcudan herhangi bir darbe almamasına rağmen, sırf onu oyundan attırmak için, sanki bedenine kurşun yemiş gibi, orasını burasını tutarak, yüzünde ızdıraplı ifadelerle kendini yere bırakıp kıvranmaya başlıyor.
“Akıl okumak” yanlışına düşmek istemiyorum ama, yüzüne gittikçe daha fazla yerleşen “sarkastik” tebessümlü ifade bana son derece tanıdık geliyor. Sanki kafasının arkasında hep başka bir düşünce varmış gibi. Hatta, girdiği çok net pozisyonları gole çevirememesinin nedeninin, belki de “acaba golü mü atmaya çalışsam, yoksa kendimi yere atıp da penaltı yutturmacası mı yapsam” ikircikliğinden kaynaklanmakta olabileceğini dahi düşünmekteyim.
Diliyorum ki bu “genç yetenek”, bu günleri geride bırakabilir ve gelecekte, hem futbolu ile, hem de insan kimliği ile gerçek bir “yıldız” olmayı başarabilir ; biz de onu yürekten alkışlayabiliriz o zaman.
Ama bir gerçek var ki, kısa bir zaman süreci öncesinde onu heyecanla takımlarında görmek isteyen diğer büyük takımların taraftarlarının önemli bir kısmı, artık bu heyecanlarını kaybetmiş ve bu isteklerinden vazgeçmiş durumdalar…
*(James Joyce'un 'Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi' kitabının adından -haddim olmayarak- mülhem).
**(Simon Kuper – Stefan Szymanski : Futbolun Şifreleri kitabından).
***(Süleyman Seba – Beşiktaş Jimnastik Kulübünün onursal başkanı).
1 yorum:
Sevgili Midas kim bu futbolcu merak ettim. Yazını okurken kafamdan o kadar çok isim geçti ki....... Mesele de bu galiba. Birden fazla ismin geçmesi...
Yorum Gönder