"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

31 Ekim 2010 Pazar

Yapı Meselesi

“Sevdalı yüreklerde beyaz sürgünler
Halayla,türkülerle sevdi bu kalpler
Yıldızlarlar tutuştu siyah beyazla
Marşlarımız ağlasın kartal aşkıyla
Beşiktaş seninle ölmeye geldik...Beşiktaş
Gücüne güç katmaya geldik
Formanda ter olmaya geldik
Beşiktaş seninle ölmeye geldik... Beşiktaş”

Besiktas’in yaraticiligi ile bilinen Carsi grubunun yeni bestesi, her taraftarin soylemek isteyecegi, Besiktas sevgisine yakisan bir tezahurat. Ancak ne yazik ki, Besiktas takim olarak cok uzun bir zamandir taraftarin yaraticiligina ve ozverisine yanit veremiyor.

Gecen sezon topu ayaginda tutmasina ragmen; etkisiz, ciliz ve basarisiz ataklardan dolayi bir turlu taraftarin hayali bol gollu maclari sergileyemen Besiktas, bu sene Schuster ile birlikte bu goruntusunden uzak olacaginin sinyallerini veriyordu. 7 kisi ile defans yapan takim, bu huyundan vazgececek ve tam tersine surekli atak oynayacakti. Herkesin basta soyledigi, durumun Galatasaray’a benzeme olasiligi idi. Korkulananin aksine, Besiktas cok zayif rakiplere karsi “inanilmaz” basariliydi.

Ancak o zayif takimlara bile cok fazla pozisyon veriyor, agir haraket eden defans bir turlu istenen ofsayt taktigini uygulayamiyordu. Gorunen o ki, maclar kazanildigi icin Schuster bunu cok onemsemedi. Tabii ki, takimin atak yonunu sirtlanan oyuncular basta Q7, sonrada Guti sakatlaninca, oyunu ileriye yikma felsefesinin gecen seneden kalan oyuncularla olmayacagini anlamak Schuster ve BJK’ye 5 maca mal oldu. Bu iki yeni transferi cikarirsan, Besiktas gecen seneki Besiktas. Herkes ileriye ciksin, ve orta sahaya yakin duran defans ofsayt taktigi uygulasin demek icin birbiri ile cok uyumlu, hizli ve birazda olsa zeki insan topluluguna ihtiyac var. Bunlarin hic biri bjk defansinda yokken, Hakan ve Rustu’nun inanilmaz hatalari bu yenilgi serisinin tuzu biberi oldu. Q7siz takim hucum da yapamamaya baslayinca, sanki hersey bitmis gibi forvetler de topa duzgun vuramayaya basladi. Mersin Idmanyurdu’nu bile %80 topla oynama oranina ragmen normal sure icerisinde yenemeyen, sutlari cok etkisiz Besiktas’in sakatlar geldikten sonra bile ben cok duzelecegini sanmiyorum. Ilk defa geldigi bir ulkede ki futbolu bilmedigi halde kendini yenilemeyen, Tayfur’u kendinden uzak tutarak ogrenmeyi reddeden bir teknik direktorun takiminin uzun soluklu basariyi gostermesini beklemek yanlis olur.

Guti’nin paslarini anlayacak, Q7’nin yaraticiligina destek verecek adam olmadiktan sonra hucum futbolu ile biraz zor takimlara karsi 3-4 yiyerek yenilirsin. Schuster’in yanlislarina takimdaki rekabetin neden oldugu bencillikte eklendi. Holosko’nun, “gol atmam lazim” dusuncesi yuzunden kacirdigi gollerin haddi hesabi yok.

Cok klasik olacak ama, butun bunlarin cozumu Schuster’de. Turkiye’de futbolun cok defansif oldugunu, cogu takimin kontra-atagi benimsedigini ve itis kakisa dayali oldugunu gorup, rakibine gore taktik vermesi gerekiyor. Herhalde 3-4 mac sonra taraftar destegini cekince yapilmasi sapkalar one koyulacaktir.

3 yorum:

Midas dedi ki...

Gittikçe daha fazla lümpenleşen ve arabeskleşen bir söylem içinde, sporu ve taraftarlık sevgisini sürekli olarak "ölüm", "gözyaşı", "bela", "musalla taşı" ve mezar" gibi nekrofilik kavramlar ile özdeşleştirmenin, hiç bir takımın sevgisine yakışabileceğini asla düşünmüyorum. Savaşta mıyız, ya da savaşa mı gidiyoruz !? "Marşlarımız" bize neşe ve mutluluk vereceği yerde neden "ağlasın" ve neden takımımızla keyifli beraberlikler yaşamaya gitmek yerine, takımımızla birlikte "ölmeye gidelim" ki !?
"Her taraftar"ın da, yazıda iddia edildiğinin tersine bu tür tezahüratları söylemek istememesini ve hiç bir takımın da,"ölüm" ve "gözyaşı" ile özdeşleştirilerek fena halde marazileştirilmiş sevgi "yaratıcılığına (!)", aynı anlamda cevap vermemesini yürekten diliyorum.

Lacorte dedi ki...

Aidiyet duygusunun onemli oldugu bir toplumda, destegini size gore "nekrofilik"(ki bence abartili ve yanlis bir benzetme), bana gore "yoldaslik" samimiyeti ile gostermek, dediginiz gibi her taraftarin becerebilecegi bir sahiplenme degil. Her tur bestenin(ask,sevgi,butunluk kavramlari icerenler gibi) icinde "olmek","gozyasi" gibi betimlemeler mevcut olabilir.

Tabii ki, ben sevginin herkes icin ayni degeri tasimasi gerektigini dusundugum icin bu olaya boyle bakiyorum. Ancak, bu dogru degil. Futbolda ki en basit ornegini kendi sahasinda uzun bir sure ezeli rakibinin tezahuratlarini dinletenleri inceleyerek gorebiliriz...

Midas dedi ki...

"Sevgi" de, "aidiyet duygusu" da benim bildiğim "yaşam"a dair niteliklerdir Sevgili Lacorte !
Elbet bu duygular, karşıtları olan kavramlarla da ifade edilebilir. Ancak özünde "neşe ve mutluluk" olan bu duygular, sürekli ve giderek artan biçimde hep "ölüm" ve "ölümü çağırıştıran" kavramlarla dışa vurulmakta ise, sana göre de, burada taraftar gözlüksüz olarak "eleştiri", taraftar olarak da "özeleştiri" yapmak gerekmiyor mu !?
Örneğin, yayınladığın tezahürat :

“Sevdalı yüreklerde beyaz sürgünler
Halayla,türkülerle sevdi bu kalpler
Yıldızlarlar tutuştu siyah beyazla
Marşlarımız çınlasın kartal aşkıyla
Beşiktaş seninle koşmaya geldik...Beşiktaş
Gücüne güç katmaya geldik
Formanda ter olmaya geldik
Beşiktaş seninle coşmaya geldik... Beşiktaş”

gibi bir şey olsa idi, o zaman "sevgi" ve "aidiyet duygusu" yeterince ifade edilmemiş mi olacaktı !?

Yoksa bu duyguların da "edüstriyel"i icad edildi de, sevgi ve aidiyet duygularının artık illa ki "belalar, gözyaşları, musalla taşları, mezarlar ve ölüm" gibi kavramlarla ifade edilmesini mecbur kılıyor !?

Kaldı ki, diğer takımların taraftarlarının "yoldaşlık sevgisini gösterebilme eksikliği" iddiasını da anlayabilmiş değilim. Bunun için acaba "en fazla bağırmak" mı gerekiyor !? Yanlış hatırlamıyorsam, kısa bir zaman süreci öncesinde Beşiktaş takımı, taraftar baskısı nedeniyle, en çok kendi sahasında maç kazanmakta zorlanıyordu.