"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

19 Nisan 2011 Salı

12'YE 5 KALA





Süper Lig’in tabanı sanki daha bir belirlendi gibi ama, tavandaki yarış aynen devam ediyor.

Fenerbahçe, maçın son dakikalarında direkten çok uygun dönen bir top sayesinde, yarışta da direkten dönmüş oldu. Trabzonspor ise, “1 Burak golü = 3 puan” istikrarını bu hafta da sürdürdü.

12’ye 6 kala söylemiştim, “her an her şey olabilir” diye, nitekim öyle de olmakta.

Zirve yarışındakilerin maçlarında, irili ufaklı bir çok hadise yaşandı : Hakem hataları, topun onları sevdiği ve sevmediği anlar, sararan, kızaran oyuncular ve daha niceleri ...

Fenerbahçe – Gaziantepspor maçında, hakem Fenerbahçe’nin hakettiği penaltıyı ya da penaltıları verseydi ne olacaktı, kim bilir !? Belki Alex uzun süredir ilk kez penaltı kaçıracak, bu durum takımının moralini bozacak, Gaziantepspor ise farklı motivasyonla coşacaktı. Belki de kaptan, her zamanki gibi topu ağlara gönderecek ve Fenerbahçe farka gidecekti.

Hakem penaltı çalmadı ve bunlardan hiçbiri olmadı. Peki bu durumda maçın 49. dakikasında Gaziantepsporlu Olcan Adın’ın şutu bir kaç derece açı farkıyla üst kale direğinin alnı yerine altına çarpıp içeri girseydi ne olurdu !? Belki Fenerbahçe dağılır, o fırsattan istifade Gaziantepspor skoru arttırır, belki de  Fenerbahçe, bu sezonun ikinci yarısında çok defa yaptığı gibi, golden sonra iyice geriye yaslanabilecek rakibine bir kaç gol atıp maçı lehine çevirebilirdi.

Hele artık maçın sonuna gelmişken, Stoch’un şutu direğin tam da o noktasına değil ama, sadece birkaç milimetre sağına, soluna veya üstüne, altına isabet etseydi acaba ne olurdu !? Belki top farklı sekip taç çizgisine doğru, belki kaleciye, belki de bir başka Gaziantepsporlu’ya doğru yönelirdi. O zaman da Fenerbahçe’nin lider ile puan farkı, 12’ye 5 kala 4 puana çıkmış olurdu.

Aynı şekilde Trabzonspor – Bursaspor maçının 25. dakikasında önce Ozan İpek’in vuruşu kale direği yerine, onun 3-5 parmak altına yönelseydi, sonra da Battala’nın boş kaleye vuruşunda top, Giray’ın mucizevi müdahalesinde ayağını ıskalayıp ağlarla buluşabilseydi ne olurdu !? Ya da Burak’ın gol vuruşundan önce attığı çalımıda, top Bursaspor’un defans oyuncusu İbrahim’in bileğine çarpıp önüne düşmesi yerine, topuğuna çarpıp da arkasına düşseydi !?

İşte bu “olmuşlar olmasaydı ama olmamışlar olsaydı”lardan daha yüzlerce üretebiliriz. Ama olanlar olmuş, olmayanlar olmamıştır, ötesini ise asla bilemeyiz.

İşte biz futbolseverler her hafta sonu, önceden içinde neler olacağını asla bilemeyeceğimiz, çok bilinmeyenli, çok değişkenli, çok ihtimalli doğaçlama bir oyunu izliyoruz. O oyunun adı “futbol” ve futbol’un keyfi de tam orada zaten. Yani “her an herşeyin olabilecek olması”nda...

Sakın unutmayın, futbolda her zaman iyi olan, iyi oynayan, hakkeden kazanır diye bir nitelik, bir kural yok. Maçların sonuçlarını oyunu değerlendiren bir jüri, bir bilirkişi heyeti, bir mahkeme belirlemiyor. Sonucu belirleyenler, haklı veya haksız, şanslı veya şanssız, ama sadece yeşil sahada olanlar, yeşil sahada gerçekleşenlerden ibaret. İşte onlardır ki heyecanımızı artırıyor, adrenalimizi yükseltiyor, bize çeşit çeşit duyguları peşpeşe yaşatıyor.

Şunu da sakın unutmayalım, yeşil sahada gerçekleşmiş olanlar, taraftar olarak bizi mutluluktan göklere de yükseltebileceği gibi, kahırdan yerin dibine de batırabilir. Ama bunların hepsi olacak ki, “futbol” olabilsin. Yoksa “zurnada olduğu gibi”, futbolda da peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtımıza...

Zaten bunların hepsi olsun ki, paylaşımlarımız, anılarımız olabilsin. Yoksa başı sonu önceden belli ve herşeyinin sadece sizin istediğiniz gibi olacağı bir şeyi izlemek istiyorsanız, o zaman bırakın futbol izlemeyi, onun yerine en sevdiğiniz filmi tekrar tekrar oynatıp izleyin canınız sıkıldığında.

Kim bilir daha neler neler olacak önümüzdeki haftalarda !? Bunun heyecanını, paylaşımlarını, keyiflerini yaşayalım hep birlikte. Ama şu somut gerçeği de aklımızdan hiç çıkartmayalım : Şundan veya bundan, şöyle veya böyle, er veya geç testilerden biri kırılacak. Yarışmacılardan biri şampiyon, diğeri ikinci olacak.

Sadece ve sadece sonuca odaklı yaşıyorsanız, bence asla “futbolsever” değilsiniz demektir. Öyle ya, o zaman takımınız şampiyon olmadığı taktirde, bütün sezon izlemiş olduğunuz bunca maçın keyfi, heyecanı, üzüntüsü v.b. çöpe gitmiş demektir sizin için. Oysa ömrümüz oldukça, daha nice maçlar izlemeye, nice heyecanlar yaşamaya devam edeceğiz.

Onun için fazla takmayın kafanızı “illa ki şampiyonluk” diye. Olur ise, kadayıfın bir de kaymağı olur sizin için. Ama kadayıf, kaymak olmasa da güzel. Siz de sırf kaymak uğruna, kadayıfın lezzetini ıskalamayın sakın...

Hiç yorum yok: