"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

31 Mayıs 2011 Salı

TARAFTAR HAKLARI



Google arama motoruna, “kulübün sahibi taraftardır” diye yazıp, enter tuşuna bastığınızda, 0.25 saniye içinde 5.680.000 sonuç görüntüleniyor.

“Taraftar bizim her şeyimiz” söylemi için 0.37 saniye içinde 53.300, “taraftarımız merak etmesin” söylemi için ise, 0.27 saniye içinde 115.000 sonuça ulaşılıyor.

Linklerin altında da çok büyük bir çoğunlukla,  kulüp başkanları ve yöneticilerin ettiği “bize yakışanı yapacağız”, “gereğini yapacağız”, “taraftarımız bize güvensin, “taraftarımız bizi desteklemeye devam etsin” gibi, birbirinin benzeri basma kalıp sözler yer alıyor.

Ama yapılacak olduğu söylenen “yakışan” nedir, “gereği” nedir, taraftar neye ve neden “güvensin” onlara dair doyurucu hiç bir açıklama bulunmuyor bu şablon haline gelmiş söylemlerin içeriklerinde.

İnternet arama motorlarını bir yana bırakın, bu gün hangi kulübümüzün başkanına veya herhangi bir yöneticisine bunları soru olarak sorsak, alacağımız cevapların farksız olacağına kalıbımı basarım. Hiç biri, “taraftar dediğin, biz önlerine ne koyarsak onu yemek zorunda olan eblehler topluluğudur” demeyecektir elbet ama, “kulübün gerçek sahibinin taraftar olduğunu” kesin bir dil  ile ifade edeceklerdir.

Gerçekten de öyledir. Taraftarı olmayan bir spor kulübünün, yarışmalı sporlardaki mevcudiyetinin, konu mankeni, ya da dolgu maddesi olmaktan öteye bir anlamı yoktur. Özellikle de, taraftarı bulunmayan veya gün geçtikçe taraftarını yitiren bir futbol takımının, uzun süre gelişmesini devam ettirebilmesi, hatta mevcudiyetini koruyabilmesi mümkün değildir.

Eh, haydi bırakalım “gerçek sahiplik” söylemlerini bir yana, ama bu kadar önemli olduğuna göre, her halde taraftarın da bir takım hakları olsa gerektir. Bunların en başında da, “kendilerine kulak verilmesi”  ile, “açık ve doğru bilgilendirilmeleri” haklarını saymak, sanırım “yok artık daha neler !” diye karşılanacak abartılı beklentiler değildir.
Peki kulüplerimizin yöneticileri tarafından da “başlarının tacı” olarak nitelendirilen taraftarların bu en temel haklarına sizce ne kadar saygı gösteriliyor !? Bence hiç !

Sözlerim özellikle, en çok taraftara sahip olan ve “büyük” olarak nitelendirilen kulüplerimize yönelik. Bu kulüplerimizin bu güne kadar taraftarlarının profillerine, taraftarlarının kulübü nasıl değerlendirdiklerine, beklentilerine, memnuniyetlerine ve memnuniyetsizliklerine v.b. dair herhangi bir araştırma, herhangi bir anket çalışması yaptırdıklarına hiç şahit olmadım. Oysa bu kulüplerimiz, defalarca getirip getirip de, sözleşmeleri sona ermeden gönderdikleri teknik direktörlere ve futbolculara hiç bir şey karşılığı olarak ödedikleri milyonlarca liranın çok çok küçük bir kısmı ile bu çalışmaları yaptırabilmeye fazlası ile muktedirler. 

Öte yandan, bu kulüplerimizin taraftarlarını ciddi, net ve doğru şekilde bilgilendirme çabası içinde olduklarına da hiç şahit olmadım.

Bütün kulüplerimiz için geçerli olmuştur : Kulüpte işler iyiye gitmiyorsa eski başkanın yerine yeni bir başkan getirilir. Yeni başkan da, futbol takımının başına yeni bir teknik direktör getirir. Her ikisi de taraftarlara, basın üzerinden mutluluk mesajları verirler, her konuda çok iyi anlaştıklarını ve el birliği ile tez vakitte takımı şampiyon yapacaklarını söylerler. “Taraftarımız hiç endişe duymasın, onlara en layığını vereceğiz, yeter ki onlar bizi devamlı desteklemeyi sürdürsünler, biz çok büyük bir camiayız, şanlı tarihimiz, ......” falan filan. “Şanlı tarihimiz” demelerine karşın, en hazini, “yeni bir beyaz sayfa açma” söylemleridir. Sanki “şanlı tarih” o arada zamanaşımına uğramış, ya da artık tarihin derinliklerinde yok olup gitmiş gibi, “yeni bir beyaz sayfa” açarak, artık yeni bir tarih sürecinin kendilerinle başlayacağını veya o eski şanlı tarihi, kendilerinin dirilteceğini ifade ederler.

Haydi diyelim buraya kadar da iyi hoş da, ama bu pompalanan soyut ümitleri neyle, nasıl gerçekleştireceklerdir, kısa, orta ve uzun vadeli planları, projeleri, stratejileri, beklentileri, A planları başarılı gitmez ise B planları nelerdir v.b. bunlar taraftarlara asla anlatılmaz, açıklanmaz. Taraftardan bekledikleri, yalnız  “her şeyin en doğrusunun sadece onlar tarafından bilinildiğine inanmaları, onlara güvenmeleri ve kayıtsız şartsız destek vererek sabırla beklemeleri”nden ibarettir.

Sonra da dehşet içinde görürüz ki :

Bazı başkanlar, hakkında “bu adam tam benim anlayışıma göre, sanki ruh ikizim !” gibi laflar edip 3 yıl sözleşme imzalattığı teknik direktörü, daha ilk sezonun sonunda cebine bol paralar tıkıştırarak apar topar gönderir.

Bazı başkanların, “bundan alası Şam’da kayısı ! Sonuna kadar arkasındayız” diye getirdikleri teknik direktör, ilk sezonun sonunda “bu takımda kalite yok, bu malzemeyle helva ancak bu kadar olur !” dedikten sonra, bir de “tuvalet kağıdı bulamadık ama onun yerine zımpara kağıdı verdik” misali “takımı şampiyon yapamadık ama, üçüncü yapmak başarısını gösterdik” diye övünmesini müteakip, ikinci sezonunun başında da durumu kurtaramayınca, dolgun ayakbastı paraları ödenerek memleketine uğurlanır. 

Bazı başkanlar, kulübün kendinden beklentilerini soran yeni yabancı teknik direktöre “saldırın, saldırın, saldırın !” komutunu verdiğini gururla anlatır. Ama kısa bir süre sonra gün gelir, takımı başkanlık komutuna uygun saldırtamayan teknik direktör, ilk sezonunun ilk yarısında taraftarın tepkisine karşı  kafası bozulunca,  “bilmem neremden aşağı Kasımpaşa, beğenmiyorlarsa stada gelmesinler” gibi sözler söyledikten sonra, sezon arasında yapılan yıldız takviyelerine rağmen, sezonun ikinci yarısında tahmin edilen kesir hesaplarında da çuvallayınca, “ama hiç değilse öncekiler kadar çok paramızı götürmedi” tesellisi ile, sezonu tamamlayamadan Atatürk hava limanından uçağa bindirilir.

Bu muhteremlerin yaptıklarının sonucunda olur da göl maya tutmaya başlar ise, ne ala ! Ama tutmaz ise, arada bir iki yıldız transferi ile durum idare edilmeye çalışılır. O da mı olmadı, bu sefer çuvalla para verilip teknik direktör kovulur. Yoksa işte yine yeni bir başkan ve yeni yeni bir teknik direktör ile, devri daim makinası gibi, yeni beyaz sayfalara doğru yol alınır.

Ama haksızlık etmeyelim, taraftara tanınan bazı önemli haklar da vardır tabii. Mesela, sezon başlayınca takımını destekleme hakkı gibi, işler iyi gitmezse, sabır gösterip yine takımını destekleme hakkı gibi. İşler artık sabır taşıracak kadar kötüye gidiyorsa, takımını yuhalama hakkına da saygı gösterilir taraftarın. Ayrıca, takımdan artık iyice ümit kesilmişse, tribünleri kırıp döküp, yakma, teknik direktöre, oyunculara ve yöneticilere ana avrat galiz küfürlerle sayıp, onları istifaya davet etme hakları da, bazı küçük kayıtlar düşülmek suretiyle, taraftara tanınmış olan haklardandır. Özellikle yöneticiler, taraftarın bu haklarına son derece saygı göstererek “taraftarlarımız bizim her şeyimiz, onlar ne yapsalar haklarıdır, ama merak etmesinler, biz içinde bulunduğumuz bu durumu düzeltmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız” gibi şeyler söylerler. Sadece, taraftarın bu haklarını kullanırken, etrafı çok fazlaca kırıp dökmemeleri ve küfürlerin dozunu çok fazla kaçırmamaları yolunda küçük kayıtlar düşerler kibarca. Ama yapacaklarını söyledikleri “ellerinden gelen her şey” nedir, taraftarların bunları bilebilmeleri ya da öğrenebilmeleri her nedense yine asla sözkonusu olamaz. 

Taraftar tarafından yuhalanarak, formalarını çıkarıp takımdan gitmeleri nazikçe önerilen futbolculardan bazıları da, maçtan sonra kendilerine uzatılan mikrofonlara,  aynen yöneticileri gibi, “taraftarların ne yapsalar hakları olduğunu” söyledikten sonra, “takımı bu hale getirenler bizleriz ama, takımı düzeltecek olanların da bizleriz” gibi açık yürekli ifadelerde bulunurlar. Ama sezon sonunda da genellikle ya başka takımlara satılırlar veya transfer olurlar.

Şimdi bu en temel iki taraftar hakkına saygı gösterilmediğine göre, başkandan başkana, yöneticiden yöneticiye değişmemesi gereken, kulüplerin anayasaları, dokunulmaz ve korunan değerleri, duruşları, spora bakışları, kırmızı çizgileri, vizyon ve misyonları gibi, “olmazsa olmaz”lar etrafında kulüp ile taraftarlarının bütünleşmesi için yöneticilerin neleri yapmadıkları ve nelerin yapılması gerektiği konularında ahkam kesmenin bir anlamı yok maalesef.

Üstüne üstlük, marketten aldığınız üç-beş liralık mal bozuk çıksa, Tüketici Hakları Mahkemesine başvurup, hakkınızı arama imkanınız var, ama taraftar olarak dünya kadar para harcayıp maçlara gitseniz, kombineler alsanız, yiyeceğiniz kazıklar için başvurabileceğiniz bir yer mevcut değil.

Aslında şimdi bu satırı yazarken, bazı kulüp başkanları ve yöneticilerine haksızlık ettiğimi de düşünmeye başladım. En azından şu “taraftarın bilgilendirilmesi hakkı” konusunda. Olmayan şeyin paylaşımı mı olurmuş !? Öyle ya, muhteremlerin zaten ciddiye alınacak planları, projeleri filan yok ise, neyin bilgilendirilmesini yapsınlar ki taraftarlarına !?

Tabii bu konunun bir de “taraftar” kısmı var ; “hak eden ve hak etmeyen taraftar” kısmı. O da gelecek yazıya kalsın... 

O.K.

Hiç yorum yok: