"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

15 Şubat 2011 Salı

KALİTE TOTALDİR AMA, KALİTESİZLİK DE ÖYLE !



1) Beşiktaş’ın emektar kaptanı, Beşiktaş’tan kovuldu !

2) Kovulan Kaptan'ın basın toplantısına katılmayı kendinde hak gören Başkan, İbrahim Üzülmez'e obstrüksiyon yaparak bilgiç ve sarkastik mütebessim sevimli (!) tavırları ile mümkün olduğunca onu konuşturmamaya çalışarak, "Kaptan'ı kovmaktan büyük üzüntü duyduklarını, ama Beşiktaş Kaptanına yakışmayan davranış nedeniyle buna mecbur kaldıklarını, bir dünya kulübü olma yolundaki yeni misyon ve vizyonlarının bunu gerektirdiğini, ancak Beşiktaş'ın kapılarının Kaptan'a daima açık olduğunu, her kademede görev alabileceğini, dilerse alt yapıda gençlerin başına getirebileceklerini..." söyledi.

Sınav Sorusu : Bu olgulardaki yanlışları gösteriniz.

Benim cevabım : Hangi biri doğru ki !? Al birini, vur öbürüne ! Sevsinler sizin yeni misyon ve vizyonlarınızı ! Kaptan şayet Beşiktaş'ın değerlerine ihanet eden davranışından dolayı kovuldu ise, bu perhizin üstüne onu alt yapının başına getirip gençlere örnek yapmak nasıl bir lahana turşusu ola ki !? Üç beş yıldız futbolcu transferi ile dünya takımı olunabiliyor ise,  kulübün de dünya kulübü olabilmesi için acilen yurt dışından yıldız başkan ve yönetici transferi şart  görünüyor.

(Yolun açık olsun emektar Deli İbrahim kaptan ! “Futbol kamuoyu”, senin hakkında kovma kararı alanları ve basın toplantına dahi müdahale eden “demokratik (!)” başkan ve yöneticileri tez vakitte unutup gidecektir ama, seni  “son kartal” niteliklerinle her zaman hatırlayacaktır hiç şüphesiz…)

                   TENEKEDEN ALTIN OLMAZ


ÜLKEMİZDE "BURJUVA"NIN GENEL DURUMU

Burjuva, köylü, işçi ya da soylu sınıfına dahil olmayıp, sosyal statüsünü ve gücünü, eğitiminden, işveren konumundan ve zenginliğinden alan kentli kişidir. Bu kimselerin oluşturduğu sosyal sınıfa burjuvazi denir. Bu kavram Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan Komünist Manifesto'da "kapitalist orta sınıf" anlamında kullanılmıştır. Burjuva sınıfı sosyo-ekonomik ve sosyo-politik değişimlerin sonucu olarak Avrupa’da doğmuş ve toplumun hakim sınıfı haline gelmiştir. Kendi içinde küçük burjuva, orta burjuva ve büyük burjuva kategorilerine ayrışır.

Avrupa burjuvazisi bir ekonomik sınıf olarak, kendi kültürünü üretmiştir.

Ülkemizde ise, Avrupa’nın sosyo-ekonomik ve politik süreçlerinden geçilmeden, benzer sınıf çatışmaları yaşanmadan batı dünyasının mevcut düzeni model olarak alınıp, oradaki toplum düzeni  ithalat yolu ile bizde de yapılandırılmaya çalışıldığından, Avrupa anlamında toplumsal bir burjuva sınıfı halen oluşturulabilmiş değildir.

Ülkemizdeki üretme burjuvazi, liyakatına bakılmaksızın şu veya bu şekilde devlet erkini eline geçirmeyi başarmış ve kamu adına karar verme yetkisini tekel olarak elinde bulundurduğuna inanan bürokratlar ve çoğunluğu devlet bürokrasisi ile iyi geçinme imkanlarını bularak, devlet desteği ile zenginleşmiş, sermaye sahibi olmuş kişilerden oluşmaktadır. Ancak bunlar, batı anlamında aşağıdan yukarıya bir sosyal değişimin doğal sonucu olarak sahneye çıkmış olmayıp, tam tersine, toplum mühendisliği ile yukarıdan aşağıya doğru yapılandırılmaya çalışılan bir sürecin yapay ürünleri olarak üretildiklerinden, hakiki bir sınıfın kültürüne sahip değildirler. Bir diğer ifade ile, devlet gücüne yaslanmak ve ekonomik üstünlük anlamında burjuva statüsünde bir hakim sınıf üretilmesine karşın, kültürel olarak bir burjuva sınıfından bahsedebilmek mümkün değildir. Bu kültüre sahip olabilmiş az sayıdaki kişinin ise ellerinde devlet gücü ya da ekonomik zenginlik bulunmamakla, hakim bir toplumsal statüsü bulunmamaktadır.

Daha da kötüsü, bu üretme sınıf, burjuva kültürüne sahip olmamaları bir yana, içinden geldikleri özgün toplumsal kültürlerine de yabancılaşmış, batının değerleri ile, kendi öz değerlerinin arasında iki arada bir derede kalmış, eklektik / lümpen / arabesk kültür (!) karmaşası içine girmişlerdir. İfade ettikleri kulaktan dolma batı kavramları ve değerleri, asla bir batılı burjuvanın ifade edeceği aynı kavram ve değerlerle içerik anlamları itibariyla örtüşmediği gibi, bırakın kendi toplumunu, kendilerine bile gerçek bir kavram ve değer olarak herhangi bir hakiki algı ve anlam ifade etmemektedir. Bunlar, herhangi bir hakiki kültüre sahip olmadıklarından, sosyal statülerini ve güçlerini sadece ve sadece ellerinde bulundukları devletin gücünden veya maddi servetlerinin, paralarının gücünden almaktadırlar. İşte bu gücün kültürü (!) de, “altını olan kuralı koyar” kültürü, kaba kuvvet, kaba-dayılık kültürüdür.

Ülkemizde bir değişim süreci başlamış olmakla birlikte halen çoğunlukla, hakiki kültür sahibi olmayı başarabilmiş olan değerliler parasız ve önemsiz, ama makam gücü ya da paraya sahip olmuş fakat yeterince kültür sahibi olamamış değersizler önemli konumdadırlar.

İşte futbolumuzun genel yönetiminde de bu toplumsal fotoğrafımız aynen görüntülenmektedir. (Gerçekten liyakat sahibi az sayıdaki düzgün lider ve yöneticileri elbet bu manzaradan tenzih ettiğimi belirteyim).

MARSYAS'IN UMUTSUZ DAVETİ

Midaskral blog’un sevgili patronu Marsyas’ın son yazısını keyifle okudum. Marsyas, “kalite total”dir fikrine katıldığını ifade ederek, bütün iyiniyeti ile, futbol yöneticilerini, temsil ettikleri kurumların kalitesine uygun beyanatlar vermeye davet ediyor. İyiniyetine saygım sonsuz ama Marsyas’ın ıskaladığı husus şu ki, “kalite gibi, kalitesizlik de totaldir”. “Kalite” kavramı, kendi içinde düşük, orta, yüksek gibi seviyeleri ifade ettiği gibi, mukayeseli olarak da farklı değerlendirmelere konu olabilir. Örneğin tenekenin de altının da düşük, orta ve yüksek kaliteye sahip olanları vardır ama, “tenekenin en yüksek kalitelisinden bile altın olmaz” sevgili Marsyas.

Marsyas’ın iyiniyetli yazısından sonra kaba-dayılar arasındaki karşılıklı sallamalara bir yenisi daha eklendi. Televizyon kameralarının karşısında verilen bu beyanatların uslubu olsun, içeriği olsun, işte bu beyanatları verenlerin hangi metalin, hangi kalitesine uygun olduğunu kendiliğinden ortaya koyuyor.

“Hak arama ya da doğruluğa, dürüstlüğe, iyiliğe davet etme” adı altında dahi olsa, bu beyanlarda bulunurken her şeyden önce, havanızın “ağır abi” tavrında olması, sabrınızın sonuna geldiğinizi ve her an Roma’yı yakıp, Ninova’yı yerle bir etmenize ramak kaldığını ifade ederken de uslubunuz ile yüz ve beden dilinizin, şımarık devlet düşmanına bir sahne sonra dalmaya hazırlanan Polat Alemdar ve Memati tarzında  olması sanki FİFA kuralları gereği. Yani, kendinizi haklılığın tek merkezine koyup, onun dışında her kim ve ne var ise hepsine had bildirmeniz ama buna rağmen hadlerini bilmeyecek olanlara da dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğinizi sağlam bir kaba-dayı olarak bildirmeniz olmazsa olmaz en birinci, hatta tek şart. Bunun için, şimdiye kadar hiç söylenmemiş çok özel ve özgün seçme sözlerle söylenen (!) “kimse bize had bildiremez, ama biz herkese haddini bildirmeyi biliriz”, “bir yer basılacaksa biz daha iyi basarız, kimsenin şüphesi olmasın”, “sabrımızı taşırmayın, tepemizi attırmayın” v.b gibi özlü ve arif olanın anlayacağı gayet yaratıcı ince ifadeler (!) son derece uygun olmaktadır.

Dayılığınızın kabalığını yeterince ortaya koyabiliyorsanız, konuşma hazırlama ve sunma yeterliliğinizin ve yeteneğinizin ne olup olmadığı hiç önemli değil. Bir şekilde bir yönetim erkini ele geçirebilmişseniz bu yeter de artar bile. Hele bir de yönetiminde bulunduğunuz kuruma kişisel borç filan vermiş iseniz, konuşma özürlü de olsanız, kurmaya çalıştığınız cümlelerin başı, ortası ve sonu ayrı makamlardan ayrı tellerde de çalıyor olsa hiç mühim değil ; çıkıp aslanlar gibi homurdanma hakkına sahipsiniz demektir.

BOŞ LAFLAR

Yönetim makamı yükseldikçe, “ben seni kültürümle de döverim” ilavesi de şart oluyor tabii ! Ülkemizin eski liderlerinin, “yürümekle yollar aşınmaz, asmayalım da besleyelim mi !” gibi hiç unutulmayacak özlü sözleriyle (!) anıldıkları gibi,
malum bir çok mühim lider, tarihe altın harflerle yazılmış mühim sözleri ile kendilerini ölümsüzleştirmişlerdir.  İşte bunun gibi “bu işyerinde demokrasi yoktur kurallar vardır !”, “o halde sen bir faşistsin, diktatörsün !” gibi üst düzey kültürlerin birikimlerini ortaya koyan bu özlü sözlerin de, söyleyenlerini tarihin en mutena sayfalarına geçirmemesi için herhangi bir engel bulunmamaktadır.

Hele dün güzide bir kulübün zarif başkanı öyle bir kelam kesti ki, müthiş yani (!) Hazret aynen şöyle dedi : “Türkiye'nin ve dünyanın takımını yarattık. Futbol kamuoyu bu yıldızların altında eziliyor, bizleri kıskanıyorlar. Bizler çıtamızı yükselttik. Türk futbol kamuoyuna diyoruz ki, siz de çıtanızı yükseltin ya da bizleri rahat bırakın yolumuza devam edelim" dedi.

Allah allah ! Saygın bir kulübün değerli bir başkanı böyle söylediğine göre, acaba ben mi yanlış biliyorum diye Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğüne baktım. Orada “Kamuoyu” şöyle anlatılıyor : “Bir konuyla ilgili halkın genel düşüncesi, halkoyu, amme efkârı, efkârıumumiye. Toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamı.”

Şimdi bu durumda o kulübün taraftarları da futbolun kamuoyunun içinde, benim taraftarı olduğum takım başka bir takım olsa da, bir futbolsever olarak ben de o kamuoyunun içindeyim. Bu durumda Sayın Başkan futbol kamuoyu içinde yer alan kendi taraftarları içinde de ezilenler olduğunu kasdetmemiştir herhalde ama, şu soruların cevabını verse de bizleri aydınlatsa : 

1) Ben niye ezilmekteymişim ki !?

2) Bu günkü puan cetveline göre sayayım, Trabzonsporlular, Bursasporlular, Fenerbahçeliler, Kayserisporlular, Gaziantepsporlular ve diğer kulüplerin taraftarları neden eziliyorlarmış  acaba !? 

doğrusu hiç anlayamadım. 

Sayın Başkan elindeki hangi anket bilgilerine dayanarak bunu söylüyor acaba !? Ama genel uslubuna ve tavırlarına bakarak “ben ne söylüyorsam gerçek o’dur, kimse bana aksini anlatmasın yoksa fena yaparım …!” kültürünün (!) bu söylemde de pırıl pırıl pırıldadığı anlaşılıyor. Öte yandan, allah yolunu açık ama sonunu hayır etsin de, kulübünün mali tablolarına ve lig tabelasına bakılınca, sanki futbol kamuoyu değil, bu başkan o yıldızların altında her geçen gün daha fazla eziliyormuş gibi geliyor bana.

"NORMAL DEĞİL İSE, KES SESİNİ DE OTUR YERİNE O ZAMAN !"

Kültürü ve zekası ile ünlü bir muhalefet milletvekili bu kaba-dayıya başını çevirip, sakin sakin “eh, senin böyle bağırıp çağırman gayet doğaldır !” diyince de, kaba-dayı bu sefer ona dönerek “niye doğal olsun ulan !” diye salllamaya başlayınca, cevap şöyle gelmiş : “Doğal değil ise, kes sesini de otur yerine o zaman !”

Bu manzara bana Türkiye Büyük Millet Meclisinde eski tarihlerde yaşanmış bir diyalogu hatırlattı. Kaba saba bir milletvekili bir meclis oturumunda ayağa fırlayarak küfür kafir avaz avaz bağırarak muhalefete sallamaya başlar. Kültürü ve zekası ile ünlü bir muhalefet milletvekili bu kaba-dayıya sakin sakin başını çevirir ve aralarındaki diyalog şöyle geçer:

Muhalefet Milletvekili : Eh, senin böyle bağırıp çağırman gayet normal !
Kaba-Dayı : Niye normal olsun ulan !
Muhalefet Milletvekili : Normal değil ise, kes sesini de otur yerine o zaman !

İşte böyle Sevgili Marsyas, ümidini kırmak istemem ama, tenekeden altın olamayacağı bir yana, tenekenin yüksek kalitelisine bile razıyım ben.

Böyle konuşanlar ile, onları coşkuyla alkışlayanlar ve onlara “ağzına sağlık” diyenler halen bulundukları yerlerde bulunmaya devam ettikleri sürece, kalitenin değil ama, kalitesizliğin total olduğunu daha çok göreceğiz bence…








Hiç yorum yok: