"Güzel müziği ayırt edemeyen insana, eşek kulağı yakışır" Apollon

22 Şubat 2011 Salı

OLSAYDI DA BULSAYDI, BİR ARAYA GELSEYDİ ... !

   
GERÇEKLİKTEN KAÇIŞ


Peşinen belirteyim, “kazanan her zaman haklıdır” düşüncesine asla katılmıyorum. Ancak o düşüncenin alternatifi de “gerçeklikten kaçış” olmamalı.

“Derby”, “aynı şehrin iki takımı arasında oynanan müsabaka” anlamına geliyor. Ancak ülkemizde bu kavrama “iki güçlü takım arasında oynanan önemli maç” anlamı yüklenmiş durumda. Bu anlamı ile ele aldığımızda, derby’lerin heyecanı, favorisi olmamasından, her sonuca açık olmasından kaynaklanıyor. Zira, deby maçı oynayacak her iki takımın da maçı kazanabilme potansiyeli bulunuyor. Her iki takımda da, maçı etkileyebilecek, sonucu değiştirebilecek oyuncuları mevcut. Bu maçlara kulüplerin, yöneticilerin, teknik direktörlerin, takımların, oyuncuların, taraftarların konsantrasyonları, motivasyonları, heyecan ve gerilim katsayıları diğer maçlara nazaran çok daha farklı. Özetle, çok sayıda örnekte de görüldüğü gibi, bu maçlarda “her an her şeyin olabilmesi” mümkün.

Son oynanan ve her iki anlamı ile de gerçek bir derby olan Beşiktaş – Fenerbahçe maçından önce, en gerçekçi yorumu “bu maçın iki camianın oyuncularına, taraftarlarına neler ifade ettiği net. İki taraf da birbirinden kaliteli oyunculara, birbirinden tecrübeli teknik adamlara sahip. Bu tür maçlar detaylarda kazanılıyor. Detaylarda doğru şeyleri yapan taraf kazanacak'' diyen Fenerbahçe’nin tecrübeli kaptanı Alex yaptı ve haklı da çıktı.

Her maç, 90 dakikası ile kesintisiz bir bütün. Maç sona erdikten sonra zamanı sondan başa doğru geri aldığınız taktirde, bu süreç içinde birinin diğerini etkilediği milyon tane hadise bulursunuz. Hatta “kelebek etkisi” teorisi açısından bakarsanız, maçın herhangi bir anındaki “basit” bir hadisenin, uzun süre sonra maçın sonucunu değiştirdiğini de görebilirsiniz. Hatta bunu maçın ilk topa temasının, son temas anınını etkilediği sonucuna kadar da götürebilirsiniz. Bu açıdan, bir maçın her bir an’ı, hep kendinden önceki bir an ile bağlantılı olduğundan, o maçın kırılma noktasıdır.

Öte yandan, bir maç sonuçlandıktan sonra kaybeden takım için “maç içinde meydana gelen aleyhine olumsuz hadiseler olmamış olduğu taktirde maçı kazanacağını”  düşünmek, gerçeklikten kaçıştır. Yoksa elbette, maç süresince kazanan takım aleyhine ortaya çıkmış bütün olumsuz hadiseler sabit kalıp da, kaybeden taraf için meydana gelmiş olan bütün olumsuz hadiseler olmamış olsa, her maçta kazanan ile kaybedenin yer değiştirmesi mümkün olacaktır ama, o zaman da, oynanmış olan maç o maç değil, hayallerde oynanmış olan bir başka maç olacaktır. Her iki takım açısından da, bütün hadiselerin olmuş olandandan farklı olması gereken bir maç ise, somut dünyada mevcut değildir.
 
TOPLUMSAL TEHLİKE

Yüksek konsantrasyon ile beklenilenin, istenilenin, inanılanın elde edilememesinin önemli etkisi sonucu ortaya çıkan “gerçeklikten kaçış”, elbet “insana özgü” bir davranıştır. Ancak, yaşanılan şok etkisi altında kısa süre için anlayış ve hoşgörü ile karşılanması gereken bu davranış biçimi “kronik” hale geldiği veya getirildiği taktirde toplumsal olarak son derece tehlikeli, paranoid  “psiko-sosyal” hastalıklı bir ortamda yaşamamız kaçınılmaz olmaktadır. Bu durumda, hangi şartlarda ve hangi yollardan olursa olsun “kazanan daima haklı” görülecek, kaybedenin kaybetmesinin nedenleri hep başka sebeplere, “iç ve dış güçlerin komplosu”na ciro edilecek, gerçekleri görüp, hataları bulup onları düzeltmeye yönelmek yerine, mevcut yanlışlar korunup savunularak, bölünmeler, düşmanlıklar, kavgalar ve şiddet pompalanacaktır ki, maalesef futbolumuzdaki bu görüntü, sosyo-politik yaşantımızdaki daha geniş ve daha yoğun o görüntünün bir yansımasıdır.

Konuyu “konumuz futbol” boyutunda ele almayı sürdürürsek, ayaklarımızı sağlıklı olarak yere basmamız için yapmamız gereken şey “sistem ve süreç analizleri” olmalıdır.

BEŞİKTAŞ VE FENERBAHÇE “DERBY” MAÇINA KADAR NASIL GELDİLER

Bu bağlamda son oynanan “Beşiktaş – Fenerbahçe” derby’si ele alındığında, Beşiktaş’ın bu sezon süper lig’in en problemli, en sıkıntılı takımlarından biri, hatta bence birincisi olduğunu söylemek mümkün.

2004 – 2010 yılları arasında 5 asıl (Del Bosque, Rıza Çalımbay, Jean Tigana, Ertuğrul Sağlam, Mustafa Denizli) ve 3 vekil (Mehmet Ekşi, Tayfur Havutçu) teknik direktör değiştiren Beşiktaş’ın taraftarı, geçen sezonun ikinci yarısından itibaren giderek artan biçimde “yeter Demirören yeter !”) diye Başkanlarını ve yönetimi protesto ediyordu. Ancak, “Schuster, Guti, Quarisma ve Fatih Tekke” gibi yaz transferleri ile umutları pompalanan taraftarlar bu kez aynı sloganı Başkana ve yönetime övgü olarak kullanmaya başladılar. Ardından başlayan super lig’de, taraftarının tüm desteğine rağmen işler iyi gitmemeye başlayınca, egosu kalitesinden yüksek Schuster’in liderliğinde önce Fatih Tekke sıkıntısı, ardından “1960’ların futbolu” polemiği ortaya çıktı. Bu defa, Almeyda, Simao ve Fernandez kış transferleri ile, taraftarın kırılmaya başlayan ümitleri daha da bir pompalandı. Oysa Beşiktaş, bu yönetimin elinde ve bu transferlerle, artık eski değerler sistemini hızla terk ediyor, şu an dahi bence hiç kimsenin bilmediği, “kendinden başka bir şey” olmaya çalışıyordu. Nitekim Başkanı’nın “Beşiktaş Fenerbahçe’nin yerini alıyor diye üzerimize gelmeye başladılar” sözü bunun açık ifadesidir. Ancak,  taraftarının zirve yapan ümit ve beklentilerine karşın, bu yeni Beşiktaş, Ziraat Türkiye Kupasında gruptan son maçında güçlükle çıkabildi, ikinci yarının ilk 4 maçında 1 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 yenilgi ile sadece 4 puan toplayabildi. Schuster’in “orada Türkiye’deki gibi futbol oynanmıyor” diye beklentileri yükselttiği UEFA Avrupa Ligi maçında Beşiktaş kendi sahasında sıradan bir takım olan Dinamo Kiev’e 1-4 yenildi. Bu süreç içinde Beşiktaş’ın tarihinde görülmemiş inanılması güç başka olumsuzluklar yaşandı. Beşiktaş, hiç bir anlayışa uymayan bir yöntemle emektar kaptanını kovdu. Beşiktaş’ın teknik direktörü kameraların karşısında, inanılmaz ve edep dışı ifadelerle Beşiktaş’ın taraftarlarına “bilmemneremde değiller, beğenmeyen stada gelmesin, evinde otursun” gibi lafları umursuzca sarf etmeyi kendine hak görebildi. Bunun yanında her şey kötü giderken, Beşiktaş’ın Başkanı “biz dünya takımı kurduk, her kes bizi kıskanıyor” diye bağırıp durmakta.

Öte yandan, ligin ilk yarısında bir çok sıkıntılar yaşayan, Avrupa Kupaları’ndan ve Ziraat Türkiye Kupası’ndan elenen ve ilk yarıyı liderin 9 puan geride bitiren ama ikinci yarıya 4’de 4 galibiyetle başlayan ve rakiplerinin puan kaybı ile lider olma şansını elde etmiş ve şampiyonluğun en büyük adaylarından gösterilen Fenerbahçe. 

Teknik Direktörünün “Yeni Malatya maçı bizim için dip olmuştu. Bu maçtan sonra hepimiz şapkamızı önümüze koyduk.Takım olgusu yükseldi.” Takım Kaptanı Alex’in "özellikle sistemimizdeki belli başlı değişiklikler ve aynı zamanda herkesin kendini vermesi ana değişikliğin sebebidir. Her zaman ben ve takım arkadaşlarımız 'Neyi daha iyi yapabiliriz' diye hocamızla fikir alışverişinde bulunuyoruz. İdman programında hocamızın bize sunduğu değişiklikler takım olarak kendimizi iyi hissetmemizi sağladı ve arkasından sonuçlar da iyi geldi …Yeni Malatyaspor maçını kaybetmemiz hayırlı oldu. O maçı dışardan izledim. Fark ettim ki saha içinde ruhsuz bir takım vardı. Bizim ruhumuzu tekrardan bulmamız, bundan 180 derece farklı bir takım olmamız gerektiğinin ışıklarını kafamızda yakmamız gerekiyordu. Belki biz o maçı 5-0 kazanabilirdik, belki Yeni Malatyaspor farklı kazabilirdi. O mağlubiyet kafamızdaki ışıkları yaktı. Herkes kendini sorgulayarak kendi eksiklerini gördü ve sonra takıma yansıttı. Eksiklerimiz şu anda da var. Fakat o maçtan sonra eksiklerimizi gidermeye başladık'' dediği Fenerbahçe, kış transferi yapmadı. Ama, “grubun birbirine yakınlaşmasını en büyük transfer olarak değerlendiriyorum” diyen Lugano’nun sözlerine itiraz edebilmek mümkün değil.

İşte bir tarafta, değer ve kavram kargaşasına düşmüş, sahada ve saha dışında peşpeşe olumsuzluklar yaşayan bir Beşiktaş ile, diğer tarafta, artık işlerin eskisi gibi gitmeyeceği kafasına “dank” etmiş olan, hatalarını düzeltip, derlenip toparlanmaya çalışan, ikinci yarıda önemli rakiplere karşı peşpeşe başarılı sonuçlar alabilmiş bir Fenerbahçe, derby maçında karşı karşıya geldiler.

Bu tabloya bakınca, maçı Fenarbahçe’nin kazanmış olmasında şaşılacak bir şey yok. Ayrıca, bu maç için, “yeni Fenerbahçe, eski Fenerbahçe’yi yendi !” de denilebilir.

Ama “olsaydı da bulsaydı, bir araya gelseydi …... ” Beşiktaş bu maçı kazanabilir miydi !? Elbet, “Almeyda o golü atabilseydi, penaltı olmasaydı, Alex penaltıyı kaçırsaydı, Ferrari yerine Lugano kırmızı kart görseydi v.b. …” ki bunların hepsi olabilirdi, Beşiktaş bu maçı çok farklı da kazanabilirdi.

Ancak, burada sorgulanması gereken en önemli olgu şu bence : “Beşiktaş Fenerbahçe’yi çok farklı bir sonuçla yenseydi dahi, bu Beşiktaş’ın içinde bulunduğu gerçek durumunu değiştirecek miydi !?”

UYUŞTURUCU YERİNE GERÇEKÇİ TEŞHİS
 
“Her işte bir hayır vardır !” denir. Fenerbahçe için “Yeni Malatyaspor hüsranı” turnusol kağıdı görevi yapmış gibi görünüyor. İşte aynı anlamda Fenerbahçe yenilgisi de, kazanması halinde geçici bir uyuşturucu ile avunularak hastalığın daha da beter hale getirilmesi yerine,  gerçekleri görebilmede Beşiktaşlılar için belki çok daha büyük hayırlara vesile olabilir düşüncesindeyim.


Hiç yorum yok: